The only bilingual podcast that addresses conflict on an international scale.
Feb. 11, 2020

Şiddetsiz iletişim bir yaşam biçimidir Konuk: Birsen Atakan

Şiddetsiz iletişim bir yaşam biçimidir Konuk: Birsen Atakan

Bugüne kadar öğrendiğimiz iletişim biçiminin için…

Bugüne kadar öğrendiğimiz iletişim biçiminin içinde, hiç fark etmeden şiddet kullanıyoruz. Şiddet bir araç, birlikte olduğumuz kişiler üstünde bir tahakküm kurma biçimi. Buna karşın şiddetsizlik de başka bir araç. Şiddetsiz dil nedir? İçinde neler vardır? Şiddetsiz iletişim bir çok ilişkinin veya çatışmanın az hasarla atlatılmasını sağlar.

Transcript

İE- Merhabalar. Anlaşabiliriz’in yeni bir bölümü ile karşınızdayım. Bu bölümde şiddetsiz iletişim konusunu ele alacağım. Konuya girmeden önce ve konuğumu tanıtmadan önce birkaç anonsla başlamak istiyorum.

 

Öncelikle Anlaşabiliriz’e artık Spotify’dan da ulaşılabiliyor. Bunu yapmakta geç kaldığımı düşünebilirsiniz ancak birtakım teknik zorluklarla karşılaştım. Anlaşabiliriz’de yeni bölümleri genelde sosyal medyada öncelikle Twitter hesabımdan duyuruyorum. Medyascope'dan Tamer Durak da bana yardımcı oluyor. Kendisine tekrar teşekkür ediyorum. Ancak bir programda her şeyi derinlemesine ele almak mümkün olmuyor. Bu nedenle programı bitirir bitirmez, Blogspot’taki Anlaşabiliriz bloguna eklemem gereken bazı bilgileri ister link olsun bu ister bahsettiğim bir makale ya da bir fotoğraf olsun, koymaya çalışıyorum. Ancak yoğunluk nedeniyle bu her zaman mümkün olmuyor. Dolayısıyla geçmiş üç programa dönük olarak bunu sonunda gerçekleştirdiğimi sizinle paylaşmış olayım, dönüp bakmanız mümkün.

 

Bir de Anlaşabiliriz’in Instagram hesabını takip edenler belki görmüştür, geçen hafta Londra’da bulunan başka bir podcast yapımcısı Nurgül Yardım Meriçliler ile birlikteydim. Kendisi ile Anlaşabiliriz’i İngilizce yapmayı da konuştuk. Çünkü Nurgül, İngilizce bir podcast yapıyor. Hatta onun önerisiyle Instagram üstünden küçük bir anket de yaptım. “İngilizce olursa ben yine de dinlerim” diyenler dinlemem diyenlere göre daha fazla oldu. Tabii ki bu çok ufak bir anket ama bu konuyu da gündemime aldım. İkisini birden yapmaya çalışacağım. Dolayısıyla yorum yapan, geri bildirimde bulunan herkese çok teşekkür ediyorum.

 

Bu haftanın konusuna dönersek şiddetsiz iletişim, arabuluculukla ilgisi nedeniyle uzun zamandır duyduğum daha yakından anlamaya çalıştığım bir kavram. New York'ta şiddetsiz iletişim ağının üyesiyim. Bazen gelen e-postalara yakinen bakıyorum. Bazen şöyle bir geçiyorum. Daha yeni bir kurs açtılar ve ele aldıkları konular arasında “zor konuşmaları yapmak, kendimize empati duymak, hayır dendiğinde bunu duymak, hayır demek” de vardı. Özellikle bu son iki mevzuda bazılarımızın ne kadar zorlandığını biliyoruz. Yine kursun çıktıları “arasında başkalarıyla ve kendinizle bağ kurmak, daha az acı veren ve daha kısa süren çatışmalar yaşamak, ihtiyaçlarınızın farkına varmak ve bunları dile getirmek, değerlerimiz ve yaptıklarımız arasındaki makası kapatmak, yargı yerine diyalog ve rica dilini kullanmak, çatışmalarda daha merkezde açık ve etkili kalmak” gibi şeylerin olduğunu gördüm. Bunların Anlaşabiliriz’in çatışmalara dair yaratmaya çalıştığı farkındalıkla yakından ilgisi olduğunu düşünüyorum.

 

Tüm bunları söyledikten sonra sanılmasın ki şiddetsiz iletişim Türkiye'de çok yeni bir kavram değil bu konuda çalışanlar var, bu alanda çeşitli eğitimler veriliyor. Hatta Ekşi Sözlükte bu konuda açılmış bir başlık var, çok önceden. Hatta çok yakın bir tarihte diyelim Denizli Belediyesi Kent Konseyi, Kadın Meclisi'nin şiddetsiz iletişim konusunda bir toplantı düzenlediğini bile gördüm. Dahası, Marshall Rosenberg'in “Şiddetsiz iletişim bir yaşam dili” adlı kitabının Türkçe'de yayımlandığını biliyorum. Ancak bunlara rağmen hem ihtilafla hem de şiddetle ve daha önemlisi şiddet diliyle çepeçevre kuşatılmış durumdayız ve korkarım bunun farkında bile değiliz. Hatta bu şiddet dilinin parçasıyız. Dolayısıyla, bu şiddeti yeniden üretmeye biz de katkıda bulunup duruyoruz. Şimdi kendimi tutamayıp bu konuda bir tirada girişmek üzereyim. Dolayısıyla burada duruyorum ve hemen size konuğumu tanıtıyorum.

 

Kendisi ile geçmişte insan hakları alanında yakından çalışma imkânı bulduğum Birsen Atakan, bir hukukçu ve sosyolog. Aynı zamanda bir insan hakları ve kadının insan hakları aktivisti. Arabuluculuk, danışmanlık, mentorluk ve koçluk gibi hizmetlerin yanı sıra özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarına, çatışma yönetimi, arabuluculuk, şiddetsiz iletişim, şiddetsizlik, toplumsal cinsiyet ve cinsiyete dayalı şiddet, cinsiyetçi şiddete karşı kadınların bedensel ve ruhsal güçlenmesi alanlarında atölye çalışmaları yapıyor. Birçok sivil toplum kuruluşunun kuruluşunda yer almış, çalışmış ve gönüllüsü olmuş birisi. Kendisi ile İstanbul’da 18 Aralık 2019’da bir mülakat gerçekleştirdik. Şimdi buna geçiyoruz.

 

Birkaç ay önce bu görüşmeyi yapacağımızı konuşmuştuk. Şiddetsiz iletişimden bahsedebilir misin? Senin uzmanlık ve eğitim verdiğin bir alan olduğu için buradan başlayalım.

 

BA- Şiddetsiz iletişim deyince aslında bir iletişim biçimi bu. İletişim biçiminin yanı sıra aslında bir yaşam biçimi. Bizim bugüne kadar öğrendiğimiz iletişim biçimi ve yaşam biçiminin içerisinde aslında hiç fark etmeden biz şiddet kullanıyoruz.

 

İE- Nasıl mesela?

BA- Şiddet dediğimiz şey bizim nedir? Aslında şiddet bir araç. Ve şiddet aracıyla biz ne yapıyoruz? Diyelim bulunduğumuz ortamda kendimizi ifade etme biçimi bu. Ya da diyelim ki birlikte olduğumuz kişilerin üzerinde bir tahakküm kurma biçimi aynı zamanda bu. Kendimizi var edebilme şekli olabiliyor, tahakküm kurma biçimi olabiliyor ve öğrendiğimiz bir şekil bu. Ama şiddetsizlik de aslında başka bir araç ve mesela şiddetsiz iletişimde şiddetsizlik aracını kullanarak var olma şekli. Yani ne yapıyoruz? Bulunduğumuz ortamda kendimizi şiddetsiz bir araçla var ediyoruz. İlişki kurduğumuz kişilerle onların üzerinde bir tahakküm kurmadan, eşit ilişki kurarak, kendimizi var ediyoruz örneğin. Şiddetsiz iletişimin en temel şeylerinden bir tanesi şiddetle birlikte olmak yerine, şefkatle birlikte oluyorsun. Yani çok gönülden birlikte oluyorsun yani gönülden birlikte olmak ne anlama geliyor? Karşındakinin varlığını kabul etmek bu. Yani onun biricikliğini kabul etmek, ben bir kişiyim, sen bir kişisin, diğeri bir kişi herkesin biricik varlığı var. Birincisi onu kabul etmek. Ve iletişim kurarken kendini ifade ederken yaptığın şey şu: öncelikle gözlemini ifade ediyorsun. Neyi gözlüyorsun? Bunu şiddetsiz bir şekilde, sonra neye ihtiyaç hissettiğini ifade ediyorsun ki biz ihtiyaçlarımızı çokça bilmiyoruz. Çokça yani bu topraklarda ihtiyaç üzerinde çokça öğrendiğimiz şey yok. Neye ihtiyacımız olduğunu çok da bilmeyiz.

 

İE- Tam tersine hatta ailemiz bize neye ihtiyacımız olduğunu söyler. Uyuman lazım, yemeğini ye.

 

BA-Bunun yanı sıra…

 

İE-Şöyle giyin, böyle davran.

 

BA- Yani ailemiz, toplum, okul, öğretmenler içinde bulunduğumuz ortamda bize neye ihtiyacımızın olduğunu söyledikleri gibi bir de genellikle ihtiyaç deyince daha çok maddi ihtiyaçlar anlaşılır. Onun yanı sıra neye ihtiyacımız olduğunu çok da bilmeyiz düşünmeyiz. Örneğin güvenlik ihtiyacı.

 

İE- Kabul görme ihtiyacı. Saygı.

 

BA- Kendimizi var etme ihtiyacı ve saygı görme ihtiyacı, konuşmamıza izin verilme ihtiyacı gibi birçok ihtiyacımızın aslında biz farkında değiliz. Şiddetsiz iletişimde mesela bu kendini, ihtiyaçlarını ifade etme çok önemli. Yine bir başka şey biz çok duygularımızla konuşmuyoruz. Duygularımızla kendimizi ifade etmiyoruz. Bu da çok engellenmiş bir şey aslında belki modernitenin yarattığı bir şey. Biraz materyalist dünyanın, realist dünyanın yarattığı bir şey. Duygulardan söz ettim mi, bu tırnak içinde biraz zayıflık olarak algılanır. Ama şiddetsiz iletişim bize şunu öğretir aynı zamanda “duygunu ifade et”. Burada sen ne hissettin? Burada ne yaşadın? Üzüldün mü? Korktun mu? Sevindin mi yani bunu ifade etmek. Bundan sonra da ne istediğimi söylüyorum. Tabii ne istediğimi söylerken talep şeklinde söylememek önemli. Mahkemede değiliz. Resim bir ortamda değiliz ya.

 

İE- Lütfen tebligat yapasın değil.

 

BA- Bir tebliğ etme şeklinde değil çünkü bir talep, bir dayatmadır. Ama şiddetsiz iletişimde rica edersin. Nezaket ricası değil bu. Ve bizim toplumda şey vardır, arz etmek, talep etmek.

 

İE- O bile bir hiyerarşi değil mi?

 

BA- Yani hiyerarşik bir şey vardır. Ve rica eden genellikle daha aşağıda olan biridir. Dolayısıyla buradaki kastedilen şey o değil yani ast-üst ilişkisindeki rica değil. Burada gönülden olarak bir şey istemek ve bunu yerine getirildiğinde almak, getirilmediğinde de bunu kabul etmek. Getirilmediğinde bir cezalandırma, bir dayatma, bir yaptırım uygulayacağını ifade etmemek. Yani şiddetsiz iletişimdeki rica aslında bu anlama gelir. Şefkatle ve gönülden. Bugüne kadar öğrendiğimizin tersine duygumuzu, ihtiyacımızı ifade ettiğimiz, ne olduğunu ne gördüğümüzü söylediğimiz bir şekilde bir ilişki kurmak, bir iletişim kurmak. Bu sadece bir iletişim tekniği değildir. Bu bir yaşam biçimi çünkü nasıl baktığınla da ilgili Şiddeti bir araç olarak kullanmayıp da onun yerine şiddetsizliği bir araç olarak kullandığında zaten iletişim biçimin de şiddetsiz iletişime dönüşüyor. Ama tabii bu çok kolay bir şey değil. Ama imkansız da değil. Biraz hani biz böyle kaslarımızı geliştirmek için egzersizler yaparız ya o egzersizlerin sonunuzda kaslarımız istediğimiz bir şekle girer ya da ne bileyim işte farklılaşır. Şiddetsiz iletişim de aslında egzersiz yapa yapa deneyerek, yanılarak, yorularak bazen yapamayarak, kararlılıkla ve ısrarla denemeye devam ettiğimizde buna ulaşmak mümkün. Bu bir yolculuk aslında.

 

İE- Şiddetli bir iletişim kurduğumuzu nasıl fark edebiliriz?

 

BA- Kurduğumuz iletişimde ne oluyor karşımızda? Etkisi var mı? Diğer insanın davranışı bizim istediğimiz yönde gelişiyor mu? Ya da bir şey gerçekten oluşturulabiliyor mu? Bir şey dönüşebiliyor mu? Olumlu bir şey ortaya çıkabiliyor mu? Bir faydası var mı? Yani bunu gözlediğimizde bunlara eğer biz pozitif bir cevap verebiliyorsak ki mümkün değil. O zaman şiddetin sonucunda aslında istediğimiz şeyin elde edilemediğini görebiliyoruz. Diyelim ki karşı çıktığımız bir durum var. Bu iletişim bu ilişki sadece iki kişi arasında olması gerekmiyor. Grupların birbiriyle olan ilişkisi ya da bireyin grupla ilişkisi. Grubun diyelim kamu kurumlarıyla ilişkisi. Belediye ilişkilerde de

 

İE- İkili ilişkilerde olabilir.

 

BA- ..tabii ikili ilişkilerde, kurumsal ilişkilerde hepsinde kullanabileceğimiz bir argüman aslında, bir yol bu. Ya mesela yapılan araştırmalarda şöyle bir şey görülebilmiş, bir ihtiyacımız var, bir sözümüz var, bunu toplumsal bağlamda diyelim bir gösteri ile ifade edeceğiz. Şiddet içermeyen eylemler şiddet içermeyen gösteriler, şiddetsiz gösterilerin çok daha etkili olduğu ve sonuca vardığı fark edilmiş. Şiddet şiddeti doğurduğu gibi, şiddetle yaptığınız bir karşı çıkış, bu bir eylem olabilir, kişisel bir şey olabilir, grupsal bir şey olabilir ve bunun sonucunda istediğimiz şeyi elde edemediğimiz gibi, şiddet zaten sonuçta her zaman

 

İE-ilişkiyi de bozuyor zaten.

 

BA-İlişkiyi bozmasının yanı sıra acıyı ve kederi de beraberinde getiriyor. Yani bizim varlığımız ne İdilciğim? Yani niye yaşıyoruz? Bunca mücadele ne için? Huzurlu olmak için, mutlu olmak için, iyi şeylere ulaşmak için. Bunun için değil mi bütün mücadelemiz? Yani aslında biz şiddetsiz bir dünyayı istiyoruz. Ama şiddetsizliğin ne olduğunu çoğu zaman farkında değiliz. Aslında gülmektir, eğlenmektir, huzurdur, mutluluktur, uyumaktır, sanatla ilgilenmektir. Yani bunlardır aslında. Ama biz ne yapıyoruz? Öyle bir harala gürelenin içindeyiz ve öğrendiğimiz şiddeti biz sürekli tekrar ediyoruz ve bunun sonucunda da ne istediğimiz şeye ulaşabiliyoruz kişisel ilişkilerde ne de toplumsal ilişkilerde de istediğimiz şeye ulaşamıyoruz.

 

İE- Şiddet olup şiddet olduğunun farkında olmadığımız şeyler var. Bir konuşma biçimidir şiddet aynı zamanda.

 

BA-Evet

 

İE-Şiddet deyince vur kır geliyor insanların aklına. Halbuki iletişimin şiddeti dediğimizde, daha doğrusu şiddet içeren iletişim dediğimizde aslında vur kırı bir şekilde dilimize adapte etmiş oluyoruz. Ama belki biraz örnekleriyle konuşmak, dinleyenler açısından ya da bunu ilk kez duyanlar açısından daha anlamlı olabilir. Çünkü rica örneğinden de yola çıkarılır şimdi. Seninle iki ay önce konuştuğumuzda da ben de dilimi dönüştürmeliyim. “Kafasını kararım, mahvederim, gebertirim” falan gibi şaka yollu bile söylediğimiz şeylerin aslında bir şiddet davranışının söylenmesi olduğunu konuşmuştuk. Nasıl ki biz en azından kadın hareketi “adam gibi ol” denmesin, erkekler üzerinden tanımlanmasın insanlık ya da davranış kalıpları diyorsak. Şaka yolu da bu söylenmesin işte “tecavüz şakası olmasın” bunlar çünkü dile yerleşip bunları normalize eden meşrulaştıran şeyler diyorsak aynı şeyin şiddet bakımından da dilimiz bakımından da söylenmesi elbette mümkün. Dolayısıyla biraz şiddet içeren lisan örnekleri verebilir misin?

 

BA- Tabii hani lisanın yanı sıra bir de beden dili de çok önemli.

 

İE- Teşekkürler.

 

BA- Şiddet deyince ilk aklımıza gelen şey gerçekten vurmak, yaralamak, kırmak, öldürmek. Oysa şiddet sadece fiziki bir şiddet değil. Hani olayın duygusal yanı ekonomik yanı onlar bir yana ama ilişkimizde, iletişimimizde mesela beden dili, kullandığımız sözcükler, mimikler de şiddet içerebiliyor. Örneğin şunu çok duyarız: "sen benim ne dediğime bak, onu nasıl söylediğime bakma der”. Bas bas bağırır, tepine tepine söyler. Ondan sonra da diğer taraf "ben korkuyorum, bu kadar yüksek sesle konuşmam, bu kadar niye bağırıyorsun?" dedi "ne canım bunun ne önemi var benim nasıl söyledim? Benim kişiliğim bu” der. Hayır, kişilikle ilgili bir şey değil. Bu tamamen öğrenme ile ilgili bir şey. Bağırmak şiddettir ve bağırarak yani bu şiddeti uygulayarak aslında diğer tarafı karşınızdaki kişiyi tahakküm altına almaya çalışırsanız. Bu karşınızdaki kişi de aslında ne söylediğinize odaklanmasına imkan yoktur beden diliyle yaptığınız şey esas etkili olan odur ve o bu davranışın karşısında şiddete maruz kalmış olur yani ezilir, korkar, rahatsız olur. Şimdi birçok insan bunun farkında değil. Bu bir şiddet dili aslında ve bu tamamen öğrendiğimiz bir şey. Örneğin çocuklarla olan ilişkimizde düşünsenize çocukların boylarıyla bizim yetişkinlerin boyları arasında bir fark vardır ve bu yükseklik farkı bile aslında bir şiddet biçimi olabiliyor.

 

İE- Savcının nerede oturduğu meselesiyle de yakından alakalı bir şey aslında mı yani?

 

BA- Tam da bu yani. Yargıda aslında bunun olmaması gerekiyor ama burada bir iktidar gösterisi vardır yani mesela bu biçimde iktidar da bir şiddettir. Yani ben daha yukarıda biriyim, aslında benim söylediğim olur. Her ne kadar eşit olduğu varsayılsa da hayatın içerisinde ve yaşadığımız ortamda bu yükseklik farkı bile eşit olmadığımız gösteriyor ve bu bir şiddet biçimi. Örneğin bir toplantıda, bir sivil toplum örgütünde, bir şirkette, bir akademide başkan denilen kişi konuşur, toplantıyı açar, konuşur, konuşur, konuşur, konuşur.. birçok ortamda birçok çevrede yönetim kurulu üyelerini ya da toplantının diğer kişilerinin çok da fazla konuşmadığını görürüz. Ya da işte on kişilik bir grupta üç kişinin sürekli çok fazla söz alarak hep konuştuğunu görürüz ki buna toplantı işgali diyebiliriz. Bu da başka türlü bir şiddet biçimidir. Hiç söz alamamış grup üyesi olabiliyor, hiç söz alamamış yönetim kurulu üyesi olabiliyor. Ne oldu o zaman toplantının sonucunda karar alındığında bu o toplantıya katılan diyelim ki on kişi, on kişinin ortak kararı mı oluyor, yoksa o toplantıda başkan denilen kişinin ya da sürekli toplantıyı işgal ettiğini söylediğimiz üç kişinin dört kişinin aldığı karar mı oluyor? Yani bunlar aslında hep değişik şiddet biçimleri ama insanların çoğu bunun farkında değil, uygulayan da farkında değil aslında buna maruz kalanlar da farkında olmayabiliyor.

 

İE- Şiddetsiz iletişim eğitimi veriyorsun.

 

BA- Evet.

İE- Neden böyle bir şey yapıyorsun?

 

BA- Bu benim aktivizm biçimlerimden bir tanesi. Çok uzun süre kadına yönelik şiddet alanında çalıştım. Yani şiddetsizliğin ne olduğuna dair bir farkındalık yaratmak istiyorum.

 

İE- Şiddetsiz iletişim örnekleri vermeni rica edeceğim senden.

 

BA- Neye ihtiyacımız olduğunu söylüyoruz, duygularımızı söylüyoruz, isteklerimizi rica dilinde söylüyoruz ya… ama burada konuşurken, burada ifade ederken kendimizi, hangi dil üzerinden ifade ettiğimiz çok önemli yani ben dilini mi kullanıyoruz, sen dilini mi kullanıyoruz? Şununla çok karşılaşırız: Sen şunu yaptın. Senin yüzünden ben korktum. Senin yüzünden şu işi yapamadım. Senin yüzünden üzüldüm, senin yüzünden sevindim gibi “sen”le başlayan, sen dili dediğimiz bir biçimle başlayan konuşmalar var. Şimdi bu aslında -farkında olmayabiliriz ama- bu bir şiddet dili. Çünkü biz eğer korkuyorsak diğer insan ne yaparsa yapsın bu bizim korkumuzu tetikleyebilir ama korkumuzun sebebi değildir. Korkumuzun sebebi aslında kendimiziz ve bizim o.. ona sebep olan bir geçmiş vardır. Ya da diyelim ki öfkeleniyorsak ki bu çok yaygındır “sen beni kızdırdın”.

 

İE- Kadınlara yönelik özellikle bunu çok duyarız erkek şiddetinde mesela değil mi?

 

BA- Evet. Erkeklerden kadınlara doğru bunu çok duyarız. Zaten erkeklerde çok fazla bir şiddet dili hakimdir. Öfkenin sebebi asla ve asla başka bir kişi olamaz. Öfkeyi harekete geçiren bir davranışı, bir sözü, tetikleyici bir hali, bir tutumu olabilir ama o öfke bize aittir. Yani şiddetsiz iletişimdeki en önemli şeylerden biri duygunu ifade etmek olduğu kadar duygunun sorumluluğunu da üstlenmektir. Biz diyelim ki olumsuz bir halle karşılaştığımızda aslında yapabileceğimiz dört tane şey var temel. İki tanesi zaten klasik bize öğretilmiş olan ya kendimizi suçlarız ya karşımızdakini suçlarız hani sen dili, senin yüzünden dediğimiz şey.

 

İE- Ah benim yüzümden, ah yapamadım.

 

BA- Kadınların kendini suçlama şeyi çok yüksektir. Çok yüksektir. Bu çok öğretilmişlikle ilgilidir. Toplumsal cinsiyet rolüyle ilgilidir. Erkeklerde de “senin yüzünden” deme eylemi çok yüksektir. Bu da erkeklerin toplumsal cinsiyet rolü nedeniyle öğrendikleri bildiği bir şeydir. Aslında bize öğretilmiş şiddet dilidir. Peki şiddetsizlik bağlamında nasıl olur bu? Bunun tersi? O benim yüzümden yerine kendi meselenin farkına varmak. Senin yüzünden yerine ise diğer tarafın ihtiyacının ne olduğuna bakabilmek, empatiyle yaklaşmak, onun ihtiyaçlarını, durumunu sezmek, böyle yaklaşmak. Yani bize tabii ikincisi hiç öğretilmemiş.

 

İE- Diğer ikisi nedir?

 

BA- Dediğim gibi acaba onun ihtiyaçları nedir? Ona empatiyle yaklaşmak. Ya da kendimle ilgili acaba ben buradaki ihtiyacım nedir? Buradaki duyuyor mu?

 

İE- Niye öfke duyuyorum? Niye hayal kırıklığı yaşıyorum? Niye üzgünüm?

 

BA- Burada beni üzen şey nedir? İhtiyacım nedir? Duygum nedir? Üzüldüm. Niye üzüldüm? Örneğin güvende olmaya ihtiyacım var. Güvende hissetmedim kendimi. Çünkü bana bağırdı. Güvende hissetmek için benimle işte eşit bir ses tonunda bağırmadan konuşmalı. Aynı zamanda bu bağırmak beni üzüyor, örseliyor, bunların farkına varmak. Diğer tarafın da neden öyle davrandığının ihtiyaçlarının ne olduğunu sezmek. Tabii şurada şunu söylemek istiyorum yani fiziksel şiddete varmadığı sürece aslında çatışmaların faydası da vardır. Yani insanı dönüştüren, geliştiren bir yönü vardır o anlamda hani çatışmak çok negatif çok kötü bir şey değildir. Genellikle çatışma deyince kötü bir şey anlaşılıyor. Ama tabii şiddete varmadığı sürece, fiziksel şiddete varmadığı sürece ya da ağır şiddete varmadığı sürece. Fakat şeyin de çok farkında olmalıyız yani hani iletişimimizde öğrendiğimiz şeyler şiddet dili ve onu tekrarlayıp yeniden üretiyoruz. Öteki halini fark ettiğimizde belki başka türlü ilişki kurabiliriz.

 

İE- Futbol sahalarında da çok büyük bir şiddet dili var değil mi?

 

BA- Orada çok cinsiyetçi orada... Futbol sahalarında cinsiyetçi şiddet çok yüksek bir düzeyde. Orada iki temel şey var. Yani iki takımın arasında bir rekabet var, bir yarış var. Ve bir takım kendi taraftarını güçlendirmek için bir ifade kullanıyor. Bu ifadelerin iki özelliği var. Bir tanesi kendini güçlendirici sözler kullanmayarak diğer rakip takımı ve onun taraftarını biraz küçümseyen, aşağılayan, örseleyen ifadeler kullanıyorlar. İkincisi de kadını kullanıyor. Kadını ve kadın bedeni üzerinden birtakım ifadeler üretiyor. Kadını aşağılayan, kadına yönelik şiddet içeren ifadeler üretiyor.

 

İE- Sen STKlar arasında sivil toplum kuruluşları ile arabuluculuk yapıyorsun. Bu arabuluculuğun aslında farklı bir ya da ihtilaf çözümünün farklı bir alanı. Bize biraz sivil toplum kuruluşlarının yaşadıkları ihtilaflardan bahsedebilir misin? Ne tür konular gündeme geliyor arabuluculuk için? Yani STK’ların birbirleriyle yaşadığı ihtilaflardan mı bahsediyoruz? Kurumlarla yaşadıkları ihtilaflar mı? Kendi içlerinde mi, gönüllüleriyle mi?

 

BA- Şimdi bu söylediklerinin hepsi olabiliyor. Hem hak savunuculuğu yapan sivil toplum örgütlerinde hem de diğer sivil toplum örgütlerinde çatışma yaşanabiliyor. Demin de söylediğim gibi hani çatışma hep negatif bir şekilde ele alınıyor. Çatışma deyince akla doğrudan şiddet geliyor. Ama aslında çatışma sadece negatif yönü olan bir şey değil aslında yaşadığımız sürece hayatın içerisinde var olan bir şey ve bizi başka bir noktaya daha olumlu bir noktaya da götürebilen bir şey. Çünkü farklılıklarımızdan da kaynaklanan bir durum. Şimdi sivil toplum örgütlerinde de hayatın her yanında olduğu gibi çatışma olması çok mümkün. E sivil toplum insanlardan oluşuyor. Sivil toplum örgütlerinde bir yönetim kademesi var. Bir de çalışanlar ya da gönüllüler var. Zaman zaman yönetim kademesinde yönetim kurulu dediğimiz ya da organizasyon grubu dediğimiz ya da grup içerisindeki kişiler arasında bir çatışma olabiliyor. Ya da bu yönetim kurulu ile çalışanlar arasında dikey anlamda bir çatışma söz konusu olabiliyor. Şimdi sivil toplum örgütlerinde bir gönüllü dediğimiz bir grup var. Yani gönüllü insanlar kendi vakitlerine göre zaman ayırabilirler. Yani 7/24 öyle değil. Ya da bir ücret almazlar.

 

İE- Çalışan gibi değiller.

 

BA- Bir çalışan gibi değiller. Bazen de yönetimle gönüller arasında yönetim ya da çalışanlarla gönüller arasında bir çatışma olabiliyor. Yani yönetenler, çalışanlar, gönüllüler. Şimdi bu çatışmaların yanı sıra bir de sivil toplum örgütlerinin birbirleriyle arasında çatışma olabiliyor. Diyelim bir kitap yayınlanıyor ya da bir alanda çalışıyorlar. Telif hakkı sorunu olabiliyor. Marka tescili konusunda çatışma olabiliyor. Benim rastladıklarım daha çok fikri mülkiyet alanında olmuştur. Bütün alanlarda olduğu gibi yani çatışma çözme yöntemlerinden çatışmayı dönüştürme yöntemlerinden bir tanesi arabuluculuk. Arabuluculuğun temelinde de aslında şiddetsiz iletişim yatar.

 

İE- Evet bu çok güzel bir nokta, buna değindiğin için teşekkür ederim.

 

BA- Arabuluculukta, arabulucu, ne yapar? Çatışma yaşayan tarafları bir araya getirir ve şiddetsiz iletişim yöntemleriyle kendilerini ifade etmesine yönelik

 

İE- Yeniden çerçeveleme bunun bir örneği mesela.

 

BA- sağlayan bir ortam yaratır….Burada ne oluyor mesela pratikte nasıl çözeceğiz bunu bir de tabii ki örgütün adını vermem mümkün değil ama örgütün içerisinde yönetim kadrosu gönüllüler ve çalışanlar arasında bir çatışma vardı, buna dair bir arabuluculuk çalışması yapmıştık. Burada, mesela bu tür durumlarda, bu tür çatışmalarda öncelikle bir atölye yapmak, yani bir eğitim anlamında, hani şiddetsiz iletişimin ne olduğuna dair, arabuluculuğun ne olduğuna dair, çatışmanın çözümünün ne olduğuna dair öncelikle bir atölye yapmanın faydası oluyor. Daha çok, burada kolaylaştırıcılık yoluyla, bu şeyi, herkesin kendisini ifade etmesi mümkün ve arabulucu kanalıyla da sorunu çözmek mümkün. Tabii ki burada şu önemli: herkesin buna gönüllü olması gerekiyor yani gönüllü olmadığı sürece sorunun üstesinden kalkmak mümkün değil.

 

İE- Son olarak, sen de arabuluculuk yapıyorsun, şiddetsiz iletişim dili kullanmanın, tarafları arabuluculukta, özellikle zorunlu arabuluculuk dosyalarında bir araya getirmek için nasıl bir faydası oluyor?

 

BA- Öyle bir gardına almış şekilde geliyor ki insanlar. Yani odaya öyle bir giriyorlar ki, “burada ben ne dersem olacak” yani beden dilleri onu anlatıyor. Sözleri o belki öyle değil. Şiddetsiz iletişim yöntemleriyle yaklaştığımda, toplantının sonunda hepimizin eşit düzeye geldiğini görüyorum. Yani o böyle beden diliyle “bütün dağları ben yarattım. Burada benim söylediğim olur. Ben ne desem odur, en küçük bir söylediğimden geri basmam” havasıyla gelen insanların da, ister bunlar avukat olsun, ister tarafın kendisi olsun, bir normalleştiklerini görüyorum. Hani hepimiz yani sen, ben, bizim kız işte oturuyoruz sorunlarımız var, insanız bakalım burada ne yapabiliriz havasına geliyorlar. Mesela bu önemli kimse kimseden üstün değil, kimse kimseden daha aşağı değil, herkesin kendi sorunu var ve bu sorunu ortaya koyuyor. Peki nasıl yapabiliriz? Bazen şöyle şeyler oluyor. İnsanların duygularını ifade etmesinin ortamını sağladığımda, birileri buna şaşırıyor. “Bunlar çok duygu meselesi, ne lüzum var” diyen oluyor.

 

İE- Tabii, mahkemeye geldik sanki.

 

BA- Gerçekten yani bu çok duygusal diyor diğer taraf için bu. Ya da ilk etapta söyleyemiyor bir taraf duygusunu. “Bir dakika, bir dakika, beni söyleyeceğim bir şey var” diyor taraflardan bir tanesi, “ben o zaman” diyor, “çok üzüldüm, ben çok incindim” diyor. İnan şeyi beklemezsin yani böyle bir şey söyleyebileceğini ama bunu söyleyerek de rahatladığını gördüm. Şiddetsiz iletişim bu açıdan çok önemli.

 

İE- Başlangıçta nasıl bir etkisi oluyor? Çünkü birçok arabulucunun bu WhatsApp gruplarında tarafları bir araya getirmekte, bir gün belirlemekte bile çok zorlandıklarını ya da bazılarının çok tahakküm vari bir tavır sergilediğini, bunun rahatsızlık yarattığını, ister arabulucu olarak. Okuyorum, duyuyorum. Yüz yüzeyken belki daha kolay ama telefonda bile bunları sergilemek aslında mümkün belki. Biraz da oradan bahsederseniz yavaş, yavaş toparlayalım.

 

BA- Bu söylediğin şey, WhatsApp gruplarından, mesleki konuşmalardan, toplantılarda ben de meslektaşlarımdan çokça duyuyorum. Bir sürü görüşme yapıyorum, telefonla şey yapıyorum. Çok az böyle bir şeyle karşılaşıyorum. Yani bir dirençle ya da bir rahatsızlıkla ya da bir çatışma olmuyor. Burada şu önemli yani bir arabulucu olarak, sizin aradığınız kişilere birincisi kendinizi tanıtmanız çok önemli. Ne için onları aradınız? Ve tarafsızlığınızı hissettirmeniz önemli, diğer insanların üzerinde bir iktidar mercii değilsiniz. Onların yerine karar vermeyeceksiniz. Bunu hissettirmeniz önemli. Diyelim ki toplantı organizasyonunda sizin, diğer tarafın ve tabii ki arabulucu olarak benim programımızı ortaklaştırmamız gerekiyor. Aynı zamanda yer konusunda da ortaklaşmamız gerekiyor. Dil, ihtiyacınızı ifade etme şekliniz, sesinizin tonu çok etkili oluyor. Bunun arkasında ya insanlar direniyorlar ya da ortak bir yol buluyorlar. Dolayısıyla benim duyduğum bazı şeylerde, biraz kullanılan dil nedeniyle çok fazla çatışmanın çıktığı kanısına vardım ben. Daha etkili, daha şiddetsiz bir dil kullanıldığında ortaklaşmak mümkün oluyor, problemler de ortadan kalkabiliyor. Siz ne derseniz deyin diğer taraf kendi algısından hareket ediyor çünkü o kadar çok şeyle karşılaşmış ki tepeden dil, iktidar, güç dayatması, daha dinlemeden yani dinleme alışkanlığımız da pek yok açıkçası. Hemen yani kendi algısıyla hareket ediyor. Şiddetsiz iletişimde biraz sabır gerekiyor. Sonra ben sabırla tekrar söylüyorum. Tabii ki sabırla söylemek demek, karşındakinin her tür şeyine eyvallah etmek, kabul etmek, sinmek anlamında bir şey değil ama siz eğer bu toplumda bir şeyi dönüştürmek istiyorsanız biraz sebat, hani bunlara ihtiyaç var. Biraz anlamaya ihtiyaç var. Yani biraz belki daha fazla yorulacağız ama zaten bir şeyleri değiştirmek için yorulmamak mümkün değil. Dolayısıyla biraz böyle konuşunca ilişkinin seyri değişiyor. Duyduğum kadar çok negatif şeyle karşılaşmıyorum. Şiddetsiz iletişim dediğimizde, çoğu insan “ya iyi güzel ama bu biraz hayal galiba” diyor. Zor, kolay değil diyeyim.

 

İE- Kendi üstünüzde çalıştırmak kolay değil ki zaten hiçbir zaman.

 

BA- Bu değişim gerçekten insanın kendisinde başlıyor. Dediğim gibi egzersiz yaparak, deneyerek, çaba göstererek, biraz sabırla şiddetsizliğe ulaşmak mümkün. Bu bir yolculuk. Bir de şöyle bir şey var. O kadar içselleşmiş ki bizde şiddet ve biz sıkıştığımızda, bunaldığımızda…

 

İE- Bildiğimiz yola gitmeyi tercih ediyoruz.

 

BA- Tam da bu. Ya bildiğimiz şiddet diline, bildiğimiz şiddet davranışına geri dönüyoruz. Tüm mesele bu. Gerçekten yani farkında olmak, ısrar etmek diyorum.

 

İE- Yine aynı tuzağa düşmemek için çaba sarf etmek.

 

BA- Evet, çaba sarf etmek. Arada bir tökezleyebiliriz buna da takılmayalım ama şeyin farkına olarak, şu an ben bunun yerine bir şey koyamadım, henüz bilmiyorum. O yüzden buna düştüğümün farkına varmak. Şiddetsizliğin en önemli şeyi ne biliyor musunuz? Yaratıcı olmak. Çocukken aslında biz çok yaratıcıydık.

İE- Sonra köreldi tabii ki eğitimle, toplumsal şeylerle.

 

BA- Tabi maalesef. Sonra bildiğimiz o bütün şeyleri unuttuk. Aslında hani çocukluğa geri dönmek biraz hani hayallerine geri dönmek, yaratıcılığına geri dönmek. Özellikle altını çizmek istediğim şey: zannediyoruz ki başka yol yok. Var aslında. Yani şiddetsiz bir dünya mümkün. Buna inanırsak istersek.

 

İE- Bunun eğitimini alabiliriz. Kendimizi geliştirebiliriz.

 

BA- Evet evet. Olay bu yani.

 

İE- Çok çok teşekkür ediyorum.

 

BA- Ben teşekkür ederim.

 

İE- Anlaşabiliriz’de bu bilgileri ve tecrübeyi benimle paylaşmış olduğunuz için.

 

Anlaşabiliriz de bu bölümde şiddetsiz iletişim konusunu ele aldık. Şiddetsiz iletişimin sadece bir iletişim şekli değil bir yaşam biçimi olduğunu, şiddetsizliğin de şiddet gibi bir araç olduğunu açıkladı, anlattı. Toplum olarak bize ve hatta modern toplumlara da dair birçok şey konuştuk. Şiddet dilini öğrenmemiz, kullanmamız, şiddetsizliğin ne olduğunun farkında olmamamız, ihtiyaçlarımızı maddiyat üstünden anlamamız, duygumuzu ifade etmememiz. Bütün bunlar, bu bahsettiğim toplumlara dair değerlendirmeler içerisinde sayılabilir. Hatta, Türkiye nazarında belki rica etmenin hiyerarşik bir ilişkide alt durumda olmayı bildirmesi ve şiddetsiz iletişimin aslında bir rica ilişkisi olduğunu açıklaması, beden dilimiz, “sen” dilinin kullanılması bunların da bir şiddet olduğuna işaret etti Birsen. Diğer yandan şiddetsiz iletişimin sivil toplum kuruluşları olsun, zorunlu arabuluculuk olsun, birçok yapıda ister kurumsal ister kurumsal olmasın kullanılabileceğini ve birçok fayda sağladığını da konuşmuş olduk.

 

Evet programı bitirirken Anlaşabiliriz‘in sponsoruna çok teşekkür ediyorum. Anlaşabiliriz’de uyuşmazlık, ihtilaf analizi ve çözümü gibi konuları farklı yönleriyle ele almaya devam edeceğim. Burada ele aldığım konularla ilgili sorularınız veya yorumlarınız olursa bana idilelveris@yahoo.com adresinden ulaşabilirsiniz. Tekrar görüşmek üzere.

 

Birsen Atakan, TürkiyeProfile Photo

Birsen Atakan, Türkiye

Avukat, Arabulucu, Sosyolog

Hukukçu ve sosyolog olan Atakan, aynı zamanda bir insan hakları ve kadının insan hakları aktivisti. Arabuluculuk, danışmanlık, mentorlük ve koçluk hizmetlerinin yanı sıra özel sektör ve STKlara çatışma yönetimi, arabuluculuk, şiddetsiz iletişim, şiddetsizlik, toplumsal cinsiyet ve cinsiyete dayalı şiddet, cinsiyetçi şiddete karşı kadınların bedensel ve ruhsal güçlenmesi alanlarında atölye ve antrenmanlar yapıyor. Bir çok STK’nın kuruluşunda yer almış, çalışmış ve gönüllüsü oldu.