The only bilingual podcast that addresses conflict on an international scale.
Nov. 9, 2020

What is dispute system design? Guest: Sheila Purcell

What is dispute system design? Guest: Sheila Purcell

My guest Sheila Purcell is an expert and pioneer …

My guest Sheila Purcell is an expert and pioneer in court ADR (alternative dispute resolution) programs in California. She explains her professional background in community mediation and dispute resolution for low and middle-income people, the advantages and disadvantages of a bottom-up style mediation program and how she started her successful court ADR program in California. She goes on to describe how she fell into working in dispute system design, what it entails and how she likes designing programs and being the bridge between parties and mediators. She talks about what legal clinics do in a mediation context (i.e mediating employment and housing disputes for small claim cases) and how she thinks the pandemic will affect the future of dispute resolution. She emphasises the need for conflict resolvers and finding ways for people to value civility and talk to each other.

Transcript

Sheila Purcell

 

İdil Elveriş (İE): Merhaba, uyuşmazlık çözümü üzerine yayınlar yaptığımız ‘Anlaşabiliriz’ podcast serisinin yeni bölümüne hoş geldiniz. Ben İdil Elveriş. Bugünkü konuğum, 2012 yılında San Francisco’da kendisinden bir haftalık ders alma şansı elde ettiğim hocam Sheila Purcell. Sheila, California Üniversitesi Hastings Müzakere ve Uyuşmazlık Çözümü Merkezi’nin müdürü. Bu hukuk fakültesinin ünlü mezunları arasında müstakbel Amerikan başkan yardımcısı Kamala Harris’in olduğunu söylemeliyim.

 

Birçok kaynak tarafından ülkedeki en iyi alternatif uyuşmazlık çözümü (AUÇ) programlarından biri olarak kabul edilen Merkez, aynı zamanda birçok ödülün de sahibi.  Keza Sheila da öyle. Kendisi dünyanın birçok yerinden gelen -ben dahil yargıç ve avukatların katılım gösterdiği “mahkemeye bağlı alternatif uyuşmazlık çözümü kursu”nun açılmasına öncülük etmiş ve bu kursun önde gelen öğretim görevlilerinden birisi. Sheila, aynı zamanda arabuluculuk klinikleri ne yapardan da bahsetti.

 

Tüm bunlardan önce ise, küçük meblağlı ihtilaflar, aile, miras ve birçok başka konudaki uyuşmazlık üzerine baro, mahkemeler ve toplumun iş birliği ile ihtilaf çözümüne dair program tasarlamış ve bu programı yönetmiştir. Sheila, California eyaletindeki ve Amerika’daki mahkeme bağlantılı AUÇ programlarının öncülerindendir. Sheila ile California Barosu'nun yardımıyla California'da mahkeme bağlantılı AUÇ programını nasıl başlattığını; uluslararası bir program aracılığıyla başkalarına bu tecrübe aktarımını nasıl yaptığını; bir uyuşmazlık sistemi tasarımının neler gerektirdiğini; arabuluculuk kliniklerinin neler yapabileceğini ve kutuplaşmanın arttığı ABD gibi bir ülkeye hitap edebilmek için arabulucuların neler yapabileceğini konuştuk. Bu görüşme 8 Ekim tarihinde, Amerikan başkanlık seçimlerinden yaklaşık bir ay önce gerçekleşti.

 

Bu görüşmeyi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim Sheila. ABD'nin en kalabalık eyaletlerinden California’da çok başarılı AUÇ programlarından birini yıllardır yürütüyorsunuz. Hatta bunu siz başlattınız. Bu projeye en başta nasıl dahil oldunuz? Özellikle başka ülkelerdeki kanun yoluyla tepeden inme bir anlayışa sahip Avrupa yaklaşımına kıyasla, bu tarz aşağıdan yukarıya geliştirilmiş bir programın avantajları ve dezavantajları nelerdir?

 

Sheila Purcell (SP): Çok teşekkür ederim. Seni yeniden görmek ve iletişime geçmek benim için büyük bir mutluluk. 1996 yılıydı sanırım, San Francisco’nun güneyinde bulunan San Mateo bölgesinde tamamen yeni bir AUÇ programını yönetmek üzere işe başladım. Bu proje başlamadan beş yıl önce ise California Barosu’na bağlı olarak, orta gelirli insanlara hizmet götürme yollarını düşünmek ve geliştirmek üzerine çalıştım.  Diğer bir deyişle, adli yardım alacak kadar fakir olmayan ancak avukat tutacak kadar da zengin olmayan insanlardan bahsediyorum.

Bunun içine oldukça çok insan giriyor çünkü hukuk sistemimiz çok pahalı. Orta gelirli insanlara hizmet programı geliştirmek amacıyla işe alındım ama beni işe alan insanlar dahil kimse bunun tam olarak ne olduğunu bilmiyordu. İşimin içine hukuk sigortası, hukukun orta gelirli insan grupları için erişilebilir ve ekonomik olması gibi birçok konu giriyordu. Benim asıl uzmanlık alanım toplumsal arabuluculuktu (community mediation) ancak ben bunu California Barosu’nda çalıştığım süre boyunca uyuşmazlık çözümüne dönüştürdüm. Bu işim gereği tüm California’daki mahkemelere, barolara ve toplumsal arabuluculuk merkezlerinin bulundukları yerlerde özellikle orta ve dar gelirli insanlara yönelik programlar geliştirmelerine yardım ettim. İşim gereği California’nın birçok bölgesine gitme ve her gittiğim yerden bir şeyler öğrenme imkanı buldum. Bu bahsettiğim zamanlar internet çağının biraz öncesiydi. Bu sebeple gittiğim her yere formlar götürerek “bakın San Francisco’da böyle yapıyorlar, Los Angeles’ta durum şu şekilde işliyor” diyordum.

İE: Bu bahsettiğiniz dönemde kimin için çalışıyordunuz? 

SP: Californiya Barosu. Baronun o dönemde adalete erişim hakkı konusunda insanlara yardım etmek üzere kurulmuş bir birimi vardı ve benim çalıştığım görev yeni açılmış bir pozisyondu. Beş yıl boyunca bu işi yaptım ve bu süreçte mahkemelerde, barolarda ya da toplumsal arabuluculuk merkezlerinde kendi programlarını kurmaya çalışan insanlardan çok şey öğrendim.

 

Bunu hep söylerim bu insanlar birbirleriyle iletişim halinde değildi. Aynı bölgede birbirinden haberi olmayan üç farklı projeye rastlamıştım. Bu yüzden her zaman rolümün insanları bir araya getirmek olduğunu düşünürüm. Bu insanları birbirleriyle tanıştırır ve onlara yaptıkları işin ne kadar iyi olduğunu ve belki birlikte çalışmayı düşünmeleri gerektiğini söylerdim. Bu iş aracılığıyla San Mateo’da bazı insanlarla tanıştım. Onlar bana yeni bir program başlatmak için bütçeleri olduğunu ve bu programı kurmak için bir iş ilanı yayınlayacaklarını ve benim başvurmamdan memnuniyet duyacaklarını söylediler. Ben de öyle yaptım ve bizim çok seçenekli AUÇ projesi olarak adlandırdığımız projenin direktörü oldum. Bu program yerel baro tarafından fonlanan bir ortaklıktı. Bir nevi beni mahkemeye hediye ettiler ve dediler ki: “Sheila sizden hiçbir ücret almadan bir arabuluculuk programı kurmanıza yardım edecek”. Tabii mahkemeler böyle bir program isteyip istemediklerinden emin olamadıklarını ancak bu ücretsiz imkanı da kaçırmamak adına denemek istediklerini söylediler. Yerel baronun böylesine bir girişimde bulunması, düşününce çok yaratıcı gerçekten.

 

O zamanlar hukuk davaları uzun yıllar alıyordu çünkü bizim sistemimizde ceza davaları öncelikli olarak görülüyordu. Bu şu demek; hukuk davalarınız yıllar sürebilir çünkü davaların hızlıca görülmesine yönelik bir hukuki düzenleme bulunmuyor. Ben tıkanmış sistemi çözmek için doğru bir zamanda yeni görevime başladım. Bu amaçla öncelikle eyalet barosunda kullandığım metodu kullandım, mahkemeleri, baroyu ve toplumsal arabuluculuk merkezini bir araya getirdim. Sonrasında benim denetim kurulu adını verdiğim her bir kuruluştan bir yetkilinin bulunduğu, yönetim kuruluna benzer bir kurul oluşturdum. Her kuruluşun yöneticilerinden oluşan bu ekip, bölgedeki ihtiyacı en iyi şekilde nasıl giderebilecekleri konusunda oldukça çalıştılar. Ben de ihtiyaç değerlendirmesi yaptım ve bölgedeki insanlara mahkemelerde neyin eksik olduğunu düşündüklerini, nelere ihtiyaçları olduğu halde ulaşamadıklarını sordum.

 

En çok aile davalarında yardıma ihtiyaç duyulduğunu gözlemledim. Bu ihtiyaç hukuk davalarından bile fazlaydı ancak ben hukuk davaları hakkında çalışmak üzere işe alınmıştım. Sonra, başarılı bulunan ve düzeltilmesi gereken konuları kayıt altına almaya başladım. En başından beri tarafların, arabulucuların, avukatların değerlendirmelerini not aldık. Herkes ne düşünüyordu, bunları hep not ettik. Böylelikle hukuk davaları alanında sağlam bir program oluşturuncaya kadar değişiklik ve defalarca yeniden tasarlama yaptık. Tüm bunlar sayesinde, bu sefer aile, çocuk ve veraset hukukuna, karmaşık davalara yönelik ek programlar oluşturmak üzere bütçe elde ettim.

 

En nihayetinde sekiz arabuluculuk programından sorumluydum. Baro, mahkemeler ve toplumla gerçekleştirmiş olduğum bu sekiz arabuluculuğun her birinin kendine özgü bir tasarımı vardı. Sekiz programın üçü, küçük uyuşmazlıklar ve çocuk üzerine ve ücretsizdi.  Bu ücretsiz programlarda gönüllülerden faydalandık. Hukuk programı ise ücretliydi çünkü taraflar genelde büyük şirketlerdi ve arabuluculuk hizmetine ücret ödeyebilecek durumdaydılar.

 

Programları sıfırdan kurmanın avantajlarından biri katılımcıların isteğine göre programı şekillendirerek, tasarıma onları dahil edebilmeniz. Gerçekten programı o topluluğun ihtiyaçlarına veya durumun gerekliliklerine göre düzenleyebiliyorsunuz. Dezavantaj olarak ise, siz de bahsetmiştiniz, yeknesaklıktan uzak olunması, bütçenin daha az olması, yerel düzeyde ve sıfırdan yapıyorsanız, çok karmaşık bir yapısının olmasını söyleyebilirim. ABD’de bile bazı yukarıdan inme yapılar vardı aslında. California hariç bazı eyaletlerde, Ohio, Oregon, Florida'da örneğin, eyalet çapında uyuşmazlık çözümü büroları vardı. Bir başka deyişle, bazı eyaletlerde bir miktar koordinasyonun olduğu bir dönem vardı. Ancak California eyaleti genelinde durum daha farklıydı ve bu durum avukatlar ve taraflar için bir dezavantajdı. Zamanla programların çoğu birbirine benzemeye başladı. Bizler de eyalet düzeyinde kanun çıkartılması için bir araya geldik ve başarılı da olduk. Zorunlu arabuluculuğun olduğu Avrupa gibi pek çok yere kıyasla şimdi aşağıdan yukarıya doğru kurulmuş ve daha yeknesak bir düzlemde olduğumuzu söyleyebilirim.  

İE: Sanırım ne isim vereceğinizi bilemeseniz de program tasarlamanın ya da tasarlama sürecinin asıl mesele olduğunu herkesten önce görmüşsünüz. Siz bu konunun eğitimini de veriyorsunuz. Bize biraz sistem tasarımının ne olduğundan bahsedebilir misiniz? Bu dersin müfredatında hangi konular var? Bu kursa niye ihtiyaç duydunuz?  

SP: Uyuşmazlık sistemi tasarımı eğitimi vermem istendiğinde sorduğum ilk soru “o nedir?” oldu. Akademisyen değilim, bu tabirle daha önce hiç karşılaşmamıştım, bu konuda çalışmamıştım. Bu konu üzerine yazılan bir kitap da görmemiştim. Neden bahsedildiğine dair pek fikrim yoktu. Cevaben aslında yaptığım şeyin tam olarak bu olduğunu söylediler. Ben bunu sezgisel olarak yapıyordum, bir planın parçası olarak değil. İhtiyaca göre hareket ediyordum. İş teklifini aldığımda teklifi okuyup, üstüne düşünmek istediğimi ve eğitimi verme konusundaki düşüncelerimi paylaşacağımı söyledim.

 

O zamanlar, konu hakkında okunacak çok fazla şey yoktu. Şu anda bile, konu üzerine yazılmış çok fazla literatür yok. Temelde, benzer davalara ve dava gruplarına bakmak ve onları en iyi şekilde nasıl çözebileceğinizi düşünmek sistem tasarımı. Mesela bu bir kurumda kullanılabilir. Ülkedeki sağlık kuruluşlarından Kaiser Permanente tüm malpraktis davalarında kullandı. Zira çirkin bir davaya muhatap oldu. Bir komisyon oluşturarak yarattıkları faciayı düzeltmeye çalıştılar. Düzeltmeye çalışmaktan kasıtları tüm malpraktis davalarını ele alacak yeni bir sistem oluşturmaktı. Bu durum bir kurumun geri adım atıp, “tamam hadi sıfırdan başlayalım” demesine bir örnek olabilir. Bunları iyi bir şekilde halletmenin yolu nedir demek. Orada tahkim yoluydu. Veya daha önceden çalıştığım San Francisco gibi aynı yaklaşımı mahkemelerde de kullanabilirsiniz.

 

Uyuşmazlık çözümü tasarımı konusunda Lisa Bingham Amsler, Jane Martinez, ve Stephanie E. Smith tarafından yazılmış bir kitap var. Bu kitapta benim derslerde kullandığım bir yapıdan bahsettiklerini gördüm. “Amaçların ne? Kaynaklar nelerdir? Paydaşlar kimdir? Nasıl finanse edeceksin? Nasıl ölçüp-değerlendireceksin?” gibi sorular sorarak nelere ihtiyaç duyulduğunu, nasıl katkıda bulunabileceğimizi düşünmek için geri adım atmak. Hukuk öğrencilerine gelecek olursak, bu eğitimin onlar için uygun olup olmadığı konusunda emin değilim. İlk aşamada eğitimin içeriği fazla ileri seviye olabilir. Diğer yandan bu eğitimi almaları onlar için muhteşem bir deneyim olacaktır çünkü bu sistemin, tüm bunların aslında birileri tarafından tasarlandığını görmek onlar için de aydınlatıcı olacaktır.  Adaletin kalitesini etkileyen pek çok kararın aslında tasarım aşamasında ele alındığını göreceklerdir.    

 

İE: Burada bahsettiğiniz aslında hukuki bir karar ya da hüküm değil. Öğrencileri dahil ederek aslında onların hukuk politikaları hakkında düşünmelerini istiyorsunuz değil mi? Aslında hukuk eğitimi içerisinde bunlar öğrencilere anlatılmıyor.

SP: Evet.  Politikalar, idare, pratik uygulamaları aslında temelsiz kalıyor. Bunların yapılmasına kim izin verecek? Bir politikanız, bir öngörünüz var diyelim ve bunu gerçekleştirmek istiyorsunuz, ne yapmanız gerekir, atılması gereken adımlar nelerdir? Sistem tasarımı, kurumunuzda veya mahkemenizde bir şekilde geri çekilip, her şeye yukarıdan bakıp derinlemesine düşünmenize yardımcı olur. Kurumların, örgütlerin hatta mahkemelerin işleyişlerinin şekillendirilmesinde sistem tasarımı rol oynayabilir. Tasarımın gerçekten önemli etkisi olabilir. İnsanlar tüm bunlara birileri tarafından karar verildiğini ya da bunların bir şekilde yapıldığını düşünüyorlar, oysa ki gerçek böyle değil.  

 

İE: Son programlarımın birinde uluslararası uyuşmazlık çözümü üzerine uzmanlaşmış bir konuğum vardı. Kendisi Birleşmiş Milletler gibi Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar için sistem tasarımı konularıyla yakından ilgileniyordu. Sanırım alanınız buna çok benziyor. Sistem tasarımının artık yerleşik bir kavram haline geldiğini düşünüyorum, çünkü her barış müzakeresi aslında sistem tasarımına gerek duyar. Örneğin “Ne zamandır şiddet vardı? Kaç kişi öldü? Bunlar ne kadar süredir devam ediyor?” Her bağlamda farklı sorular sorulabilir olsa da ele alınan ihtiyaçların aynı olduğunu düşünüyorum.

 

SP: İlginç. Örneğin uluslararası seviyede birçok organizasyon var ancak bunların hepsi ile ilgilenen tek bir mahkeme yok değil mi? Uyumlaştırma ve geliştirmeye ihtiyacın olduğu yerde fırsat da var. Ancak tek bir çerçeve yok. Bu sebeple birçok ülke zorunlu arabuluculuk getiriyor. Bu metot bazen insanlara yeni bir fikri tanıtırken faydalı olabilir. Ancak başta zorunlu tuttuğunuz şeyden sonra geri dönmek zordur çünkü insanlar -yapıları gereği- kendilerine neler yapılması gerektiğinin söylenmesinden hoşlanır. Başkaları adına düşünmek ve onların ne isteyebileceğini anlamaya çalışmak gerçekten zordur.    

 

İE: Bu aynı zamanda, California Hastings Üniversitesi’nde verdiğiniz derste tartıştığımız bir konu. Son sekiz yılda bu kurs nasıl gelişti, neler değişti, bahsedebilir misiniz? Programınızda çok sayıda yargıç, birçok resmi figür, aynı zamanda bu uygulama ve tasarım konularına dahil olan profesyoneller vardı ve hiçbirimiz hukuk öğrencisi değildik.

 

SP: Hastings'e başlamadan önceki beş yılda, birçok kişiden bizi mahkemede ziyaret etme ve programı gözleme konusunda talep aldım. Bu alandaki öncü programlardan birini yönetiyordum, bu sebeple insanlar işin nasıl yapıldığını öğrenmek için bizlere ulaşıyorlardı. Her ne kadar yabancı ziyaretçilere yardımcı olmaya çalıştıysam da, hep onlara tam anlamıyla yardım edebilmek için yeterli zamanımın olmadığını hissetmişimdir. Ben California Üniversitesi Hastings Hukuk Fakültesi’nden mezunum. Bunun üzerine, Hastings’e gidip “eğer bir hibe bulabilirsem, dünyanın her yerinden gelen ve kendi ülkelerinde program oluşturmak isteyen insanlarla bir iki saat ilgilenmek yerine, bir haftalık bir program ve müfredat geliştirmek istiyorum, ancak nereden başlamam gerekir bilmiyorum çünkü bu konu hakkında yazılmış bir kitap yok” dedim. O zamanlar, çalıştığım bu konular nispeten yeni bir alandı, hala genç bir alan diyebilirim. JAMS Vakfı'nın bana hibe vermesiyle birlikte meslektaşlarım Howard Herman, Claudia Bernard ile birlikte 2011 yılında bu programı kurdum. Siz de oradaydınız, sanırım programın ikinci yılıydı.

 

Ne kadar ilerleme kaydedildi, neler değişti diye soracak olursanız bunun katılımcıların profiline göre, nereden geldikleri, kimler oldukları, hangi konularla karşılaştıkları gibi faktörlere bağlı olarak değiştiğini söylemem gerekir. İşin ilginç yanı ise, bambaşka ülkelerden geliyor olsalar da, sorunlar benzerlik gösteriyor. Halihazırdaki programımızda Ermenistan'dan, Butan'a, birçok Afrika ülkesine, Singapur'a, Tayvan'a, İtalya'ya kadar uzanan geniş bir yelpazede 40’tan fazla ülkeden gelen katılımcımız var.

 

Tek bir kursun tüm durumlara hitap edebileceğini düşünmek biraz cüretkar olur. Court ADR Institute adını verdiğimiz, “mahkeme AUÇ programını hayal etmek, tasarlamak ve uygulamak” adını verdiğimiz kursun yapısı çok fazla değişmedi. Ancak özellikle Başkan Trump döneminde katılımcıların vize alıp ülkeye girebileceklerinden emin olmak daha da zorlaştı. Trump başkan olduktan sonraki ilk yaz dönemi kursunu iptal etmek zorunda kaldık zira Trump’un Afrikalılar ve Müslümanlar hakkındaki bazı ifadeleri insanları Amerika’ya gelme fikrinden uzaklaştırdı. Katılımcılarımızın birçoğu kendi devletlerinden aldıkları burslarla buralara geliyorlardı ancak kimse Amerikan başkanının ayrımcı ifadelerinden sonra burslu öğrenci göndermek istemez sanırım.    

İE: Kimse sınır kapısında kalmak istemez herhalde.

SP: Evet, gerçekten sorun oldu. Geçtiğimiz yaz döneminde de kursu pandemi sebebi ile gerçekleştiremedik. Şimdi dünyanın dört bir yanından alternatif uyuşmazlık çözümü hakkında daha fazla bilgi edinmek amacıyla, Uluslararası Weinstein AUÇ bursunu alan meslektaşlarımız için, bu aydan itibaren online eğitime başlayacağız. Howard, Claudia ve ben bu amaçla üç bölümlük kısa bir kurs hazırlıyoruz. Ama değişiklik gerekecek. Geldiğinde gördüğün üzere, bizim keyif aldığımız şeylerden birisi de, çeşitli programları, operasyonları gidip yerinde görmek. Yüz yüzelik tecrübesi gibisi yok. Öte yandan, online eğitim yapmak daha fazla insanın eğitime katılması anlamına gelecek.

İE: California Üniversitesi’nde müzakere ve uyuşmazlık merkezinin yöneticisisiniz. Aynı zamanda eğitim, ders verme işleriyle de bir hayli yoğunsunuz. Bu arada fiili olarak arabuluculuk yapıyor musunuz?

SP: İstesem bir şekilde yapabilirim sanırım. Dürüst olmak gerekirse ben her zaman insanları organize eden ve bir araya getiren kişi olmuşumdur. Arabulucu da oldum ancak iyi bir arabulucu olabilmek için sabırlı olmak gerekir. Maalesef ben o kadar sabırlı olamıyorum. Ben insanların en iyi arabuluculara sahip olmalarını isterim ve ben bu alanda kendimi en iyiler arasında görmüyorum. Fena değilim diyebilirim. Arabuluculuk yapmayı özlemiyorum da. Ben daha büyük etkisi olan işlerle ilgilenmekten hoşlanıyorum. Bir uyuşmazlık tarafları için elbette ki çok büyük öneme sahip ama o sadece bir olay. Ben program tasarlamayı, iyi arabulucular yetiştirmeyi ve taraflar ile arabulucular arasında köprü vazifesi görmeyi seviyorum. Uyuşmazlık içinde olan insanların dosyalarını arabuluculuğa sevk etme görevini üstlenmiş çok fazla sayıda insan olduğunu düşünmüyorum. Eğitim almış çok sayıda arabulucumuz var ortada çok fazla uyuşmazlık da var. Ama bunlar arasında bağlantı yok. Ben kendi rolümü daha çok taraflar ve arabulucular arasında köprü kurmak, aralarındaki ilişkiyi kolaylaştırmak, eğitimler düzenlemek, insanları bir araya getirmek olarak görüyorum.

     

İE: Diğer sorum hukuk klinikleri üzerine olacak, sizin ve benim ortak olduğumuz bir konu bu aslında. Ben de İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde yaklaşık 15 yıl boyunca hukuk kliniğinde görev yaptım. Lütfen bize arabuluculuk kliniklerinin ne olduğunu ve burada neler yapıldığını anlatır mısınız?

SP: Küçük meblağlı uyuşmazlıkların çözümüne yardımcı oluyoruz. Arabuluculuğu öğrencilerimiz yapıyor. Ne zaman bir arabuluculuk yapılacak olsa, öğrencilerin başında bir öğretim görevlisi hazır bulunuyor. Bayağı başlarında duruyoruz. Bu programı yıllardan beri yapıyoruz. Mahkemeler de bizi kendi çalışmalarının bir parçası olarak görüyorlar. Öğrencilerimiz mahkemeyle iş birliği içinde olduklarını gösteren bir yaka kartı takıyorlar. Mahkeme salonundaki taraflara yaklaşarak onları arabuluculuğa davet ediyorlar. Diğer bir deyişle öğrencilerimiz tarafları masaya oturtmaktan, anlaşmayı hazırlamaya kadar her şeyi kendileri yapıyorlar. İleride arabulucu olsunlar ya da olmasınlar, bu öğrencilerin mesleki beceriler geliştirmeleri için oluşturulmuş muhteşem bir imkan. Böylelikle öğrenciler bir noktada ikna edici olma ve taraflarla nasıl ilişki kurulması gerektiğini öğreniyorlar. 

 

Küçük meblağlı uyuşmazlıkların çözümüne ek olarak, kliniğimiz aynı zamanda adil istihdam ve barınma (Fair Employement and Housing) uyuşmazlıkları ile de ilgileniyor. Küçük meblağlı uyuşmazlıklara nazaran bunlar daha karmaşık ve genellikle ayrımcılığa ilişkin. Bu durumlarda profesörler asıl sorumlu olurken, öğrenciler daha ziyade ikincil konumda. Böylelikle profesörlerini gözlemler ve ihtiyaç halinde yardımcı olurlar. Klinikler yanında, birçok derste yirminin altında öğrenci var, öğrenciler sadece arabuluculukta değil müzakere, kolaylaştırıcılık, tahkim, uluslararası tahkim ve müzakere konularında da rol oynayarak işi öğrenir.

 

Amerikan Barolar Birliği yaklaşık iki yıl önce, her hukuk öğrencisinin uygulamaya dayalı en az altı birim tecrübeye dayalı ders alması gerektiğini söyleyen yeni bir düzenleme yaptı. Bize bunun faydası oldu zira öğrencilerimiz hukuk klinikleri ve uygulamaya yönelik beceri geliştirme derslerini zaten istiyorlardı. Artık ülke çapında hukuk kliniklerinde birçok faaliyet var ve uygulamayı tecrübe etmek isteyen öğrenciler için birçok imkan var. Ben kitaplara ve kağıda dayanan bir eğitime karşı değilim, ancak öğrendiklerimi uygulayabildiğimde daha çok şey öğrenirim ve hatırlarım. Bana benzeyen öğrenciler için ise şimdilerde çok sayıda imkanın olduğunu söylemek isterim. Bu imkanlar ben hukuk fakültesindeyken yoktu. 

İE: Son soruma geçmek istiyorum. Sizce pandemi uyuşmazlık çözümünün geleceğini nasıl etkileyecek? Bunu zaten sizinle konuşmuştuk ve eminim yaratıcı bir çözüm önerisiyle geleceksiniz. Benim özellikle sormak istediğim yalnızca arabuluculuğun Zoom platformu üzerinden yapılması değil. Sanırım biraz daha farklı düşünmek ve farklı şekilde hareket etmemiz gerekecek.  

SP: Bu sorunun cevabını bilmiyorum. Ancak dünyamızın karşılaştığı birçok konuda, bunlardan bazıları pandemiden önce de vardı, bazıları pandeminin getirdiği sağlık meseleleriyle ilgili, bazıları sağlığa erişim veya ekonomik kaymalarla alakalı, birbirimize her zamankinden daha fazla yardımcı olmamız gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla uyuşmazlık çözücülere, sorun çözücülere, insanların birbirleri ile konuşmalarına yardım edecek insanlara ihtiyaç duyulacak. Amerika özelinde konuşmak gerekirse, ülkenin giderek daha ayrıştığını görüyorum ki benim içinde yaşamayı istediğim ülke bu değil. İnsanlara sadece temel nezaketin önemini hatırlatmayı umuyorum. Kulağa çok basit ve bir o kadar da yenilikçi olmayan bir çözüm gibi geliyor ancak insanların birbirleri ile konuşabilecekleri yollar ve ortamlar bulmak aslında üretken bir çözümün ta kendisi. Bu işin anahtarı her zaman kazanmak değil birbirini anlayabilmek. Bu tam olarak neye benzeyecek bilemiyorum. İnternet üzerinden uyuşmazlık çözümüne yarayan araçların her geçen gün biraz daha önem kazanacağını ve öncelikli hale geleceğini düşünüyorum. Mahkemelerde de özel sektörde de.

 

Her ne kadar çevrimiçi araçlara çok hakim olmasam da, bu yöntemlerin arabuluculuğa getirebileceği gücü ve erişebilirliği arttıracağını öngörebiliyorum. Örneğin eğitimler, daha erişilebilir olacak çünkü insanlar uçak bileti almadan, seyahate zaman harcamadan daha ekonomik şekilde uzaktan erişimle katılma imkanı bulacaklar. Çünkü artık kullandığımız vasıtalar değişti. Eskisine nazaran bazı açılardan farklılıklar var, bazı açılardan ise yok. Bazı açılardan insanları birbirine daha çok yakınlaştırdığını düşünüyorum. Benden çok uzaktasınız ama sizi bu mesafeye rağmen hem görebiliyorum hem de duyabiliyorum. Evet oturup kahve içemiyoruz ancak bir kahve arasında yapabileceğimiz konuşmanın aynısını internet üzerinden gerçekleştirebiliyoruz. Yüz yüze insan ilişkilerine dönmemiz elbette ki gerekiyor, ancak bu ilişkilerin bazıları internet üzerinden de yürüyebilir. Bence bu durum hem heyecan verici hem de biraz korkutucu çünkü bu sistemin nasıl tasarlandığına bağlı olarak değişecek. Çevrim içi uyuşmazlık çözümü tasarımı üzerinde kimin gücü olduğuna bağlı olarak bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğunu göreceğiz. Diğer bir deyişle, yeni düzenlemelerin yüz yüze programların sahip olabileceği ve ihtiyaç duyduğu tüm özelliklere sahip olması, adil ve şeffaf olması gerekir. İster çevrim için olsun ister yüz yüze, insanların arabuluculuk heyetinde yer alan arabuluculardan birine yönelik şikayeti olması halinde şikayetlerin ciddiye alındığından, arabulucunun becerilerini artırmak için heyetten çıkması ya da uygun olmayan davranışlarını değiştireceğinden emin olmak gerekir. Her iki durumda da bazı zorluklar olacaktır. Ancak bunların içinde en önemli olan şey insanların birbirleri ile konuşmasını sağlayacak yollar bulmak olacaktır. 

 

İE: Geçenlerde hukuk fakültelerinin öğrencileri problem çözücü yapmadığına dair bir şey okumuştum. Bunun yerine öğrencilere bir davayı nasıl kazanacakları ve üst mahkemeye nasıl taşıyabilecekleri vs. öğretiliyor. Oysa daha fazla sorun tespit edici insana ihtiyacımız var, bu ancak avukatlıkta birkaç yıllık uygulamadan sonra öğrenilebiliyor. Belki de bu pandemi ve sizin bahsetmiş olduğunuz bu hususlar bize eğitim müfredatımızı gözden geçirmemiz gerektiğini söylüyor. Dünyanın içinde bulunduğu durumu da dikkate aldığımızda, işleri insanların bire bir etkileşimini temel alan usullerle götüremeyeceğimizi düşünüyorum. Hayat artık eski usulde akmıyor. Sizi doğru anladıysam hukuk eğitimi tasarımının değişmesi, daha fazla teknoloji, daha fazla yenilikçilik içeren bir müfredatın olması gerekecek.  

SP: Size katılıyorum. Bu durumun gençlerin lehine olduğunu düşünüyorum çünkü birçoğu bu aletleri rahatça kullanabiliyorlar. Alanın devamı ve yeniden keşfedilmesi için gençlere ihtiyaç duyuyoruz. Örneğin ben bu yaptıklarımla kendi kuşağıma yenilikler getirmiştim ancak artık bunların yeni olduklarını dahi söyleyemem. Birçok program mevcut düzenleme ve bunların nasıl uygulanması gerektiğine yönelik. Bu elbette ki önemli ancak bunların kuruluş, yapım aşamasında olmak kadar keyifli değil. Uluslararası düzeyde çalışmaktan aldığım en büyük keyif tam bu: bazı ülkelerin ütopik vizyonlarının olması ve arabuluculuk düzenlemelerine sıfırdan başlamaları. Yeni neslin bize yeni araçlar vereceğini düşünüyorum. Yeni düzenlemelerin aynı zamanda yakınlık da getireceğini düşünüyorum. Bir mahkeme salonunu ele alalım örneğin. Yargıçtan hatta arabulucudan uzakta durursunuz değil mi? Oysa şimdi bilgisayarlarımızdaki kameralar sayesinde ben sizin salonunuzdayım, siz benim garajımdasınız. Yeni gelişmelerin getirdiği güzel imkanların olduğunu düşünüyorum.  Bu değişim teknoloji ile arası iyi olan herkesin özellikle de yeni neslin faydasına olacak.

İE: Çok teşekkür ederim Sheila!

SP: Ben teşekkür ederim. Podcast serinizin diğer bölümlerini dinlemeyi dört gözle bekliyorum! Harika bir iş çıkartıyorsunuz, tebrik ederim.

İE: Sheila’ya çok teşekkür ederim. Şimdi programda ele aldığımız konuları özetlemek istiyorum. Sheila mahkeme bağlantılı AUÇ yolculuğuna California Barosu’ndan aldığı hibe ile başladığından ve orta gelirli insanlar için tasarladığı programdan bahsetti. Adalete erişim üzerine yapılan böylesi bir girişimin devlet yerine barodan gelmiş olması Amerika’daki hukuk mesleği hakkında çok şey anlatıyor aslında. Aynı zamanda Sheila’nın tüm bunları alıp nerelere getirdiğini düşünürsek, onun üstün performansı hakkında da birçok şey öğreniyoruz. Sheila sistem tasarımının benzer davaları gruplayarak mahkemelerde nasıl işlediğinden bahsetti. Bunun yanı sıra Hastings California Üniversitesi'ndeki uluslararası AUÇ programından ve kendi gözlemlerinden hareketle farklı ülkelerin benzer sorunlara sahip olduğunu anlattı. Ayrıca, uluslararası öğrencilerle yürüttüğü programın Trump yönetimi döneminde ve pandemi zamanında karşılaştığı zorluklara değindi. Son olarak, arabuluculuk bağlamında hukuk kliniklerinin içeriğinden ve Amerikan Barolar Birliği’nin uygulamaya dayalı öğrenim girişimlerini düzenleme yoluyla nasıl desteklediğini anlattı.

 

Umarım programdan memnun kalmışsınızdır. Sheila Purcell’in fotoğrafını Anlaşabiliriz’in Instagram hesabında, görüşmemizin Türkçe çevirisini blogda paylaşacağım. Çeviri için Şimal Efsane Yalçın’a teşekkür ederim. Son olarak Twitter hesabımda bu görüşmeye ilişkin paylaşımlarım olacak. Programa ilişkin görüş ve önerilerinizi benimle (ielveris@icloud.com) paylaşırsanız çok memnun olurum.  Anlaşabiliriz/WeCanFindaWay Podcast sponsorum Alper Koç ve tanıtım konusunda bana yardımcı olan Can Aksoy’a teşekkürlerimi bir borç bilirim.

 

Teşekkür ederim, bir sonraki programda görüşmek üzere.

 

 

 

Sheila Purcell, USAProfile Photo

Sheila Purcell, USA

Pioneer of Court ADR programs in California

Sheila Purcell was the Director of the Center for Negotiation and Dispute Resolution at the University of California Hastings. The Center for Negotiation and Dispute Resolution has been consistently recognized by the US News and World Report as one of the Top ADR programs in the country and has been the winner of many awards (as has Sheila). She helped launch and is one of the lead faculty for CNDR’s ground-breaking International Court ADR Institute for international judges and lawyers. Before this, she designed and directed a public/private dispute resolution partnership of bar and community with civil, small claims, family, probate, complex litigation, and juvenile court ADR programs and staff. She is one of, if not the, pioneer of Court ADR programs in California.