The only bilingual podcast that addresses conflict on an international scale.
May 18, 2021

Pain is the motivator to forgive Guest: Marina Cantacuzino

Pain is the motivator to forgive Guest: Marina Cantacuzino

My guest Marina Cantacuzino is the Founder of The…

My guest Marina Cantacuzino is the Founder of The Forgiveness Project, an award-winning journalist, peace activist and podcaster of ‘The F Word Podcast’. Marina talks about how her charity ‘The Forgiveness Project’ was established in response to the war in Iraq and how it evolved. She also describes how to cope with pain and trauma by exploring forgiveness, how healing works, some of the work she has done with inmates in prisons and what led her to do her podcast ‘the F Word’. She emphasises the power of storytelling in this episode and believes sharing real stories of transformation reaches across rifts. She mentions the book ‘South of Forgiveness’: A True Story of Rape and Responsibility by Elva Thordis – Tom Stranger, an unprecedented collaboration between survivor and perpetrator in our talk.

Transcript

İdil Elveriş: Bugünkü programda konuğum, Bağışlama Projesi’nden Marina Kantaçuzino.

Merhabalar, uyuşmazlık çözümü üzerine yayınlar yaptığım Anlaşabiliriz podkest serimin yeni bölümüne hoş geldiniz. Adım İdil Elveriş. Bildiğiniz üzere bu podkest iki dilli, programın Türkçe çevirisi tamamlandığında, Blogkest üzerinden ulaşılabilir olacak. Blogkest robot yardımıyla Türkçe metni okuyacak. Elbette başka birçok dilde de okuyabiliyor. Gerçekten çok faydası dokunuyor. Bu sebeple Blogkest’e teşekkür ediyorum. Bu elbette bir reklam değil, kimse bunları söylemem için bana para vermedi, sadece benim hayatımı ve podkest yapmamı aşırı kolaylaştırdı. Çünkü bu uygulama olmasa, salgının ortasında programı seslendirecek insanlar bulmam ve onları birbirlerine uzak mesafede oturacak şekilde bir araya getirmem gerekecekti.

Konumuza geri dönelim. Anlaşabiliriz’in bu haftaki bölümünde konuğum Marina Kantaçuzino. Kendisi Londra’da yerleşik bir gazeteci. Aynı zamanda yazar. 2004 yılında Irak Savaş’ından sonra Bağışlama Projesi’ni (İngilizce Forgivnıs deniyor) kurdu. Bu proje zarar verme döngülerini kırmak, ilişkileri dönüştürmek ve umut inşa etmek için gerçek dönüşüm hikayelerini destekleyen bir sivil toplum kurumu. Kendisi bağışlama üzerine iki kitabın yazarı ve aynı zamanda Eylül 2020’de başladığı “F Kelimesi” (F Word) adlı podkesti sunuyor. Onun podkestini uzun zamandır takip ediyorum ve onunla bağışlama ve bunun nelerin yolunu açacağını konuşmak istedim. Fark ettiğiniz üzere podkestin ismi “F Kelimesi”. Kısaca İngilizce adı bağışlama (Forgivnıs)’ı açıkça kullanmıyor. Bu bile başlı başına bağışlama kavramının ne kadar sıkıntılı olduğunu gösteriyor ama bazı insanlar için çatışmanın neden olduğu acıdan kurtulabilmenin tek yolu bağışlama. Onun sayesinde, tecavüz eden ve mağdurunun bir araya gelerek yazdığı “Bağışlamanın Güneyi” adlı kitaptan haberdar oldum. Kendisiyle ayrıca Filistin ve İsrailli annelerin bir araya gelerek çatışmada hayatlarını kaybeden çocukları hakkında konuşmalarını da değerlendirdik. Hatta bu organizasyona üye olma şartlarından biri kişinin ailesinden birini çatışmalarda kaybetmiş olması. Ortadoğu’da yine alevlerin yükseldiği bu günlerde konumuzla çok da bağlantılı. Aramızdaki röportaj olaylardan iki ay önce, 20 Nisan 2021 tarihinde gerçekleşti.

Bugün benimle konuştuğunuz için teşekkür ederim.

Marina Cantacuzino: Burada olmak çok güzel

İdil Elveriş: Bize Bağışlama Projesi’nden bahseder misiniz? Nasıl başladı ve neden?

Marina Cantacuzino: Ben hiçbir zaman bir hayır kurumu kurmayı düşünmemiştim. Yıllarca gazeteci olarak çalıştım, iş çok fazla seyahat gerektiriyordu ve bu işi yaptığım için çok mutluydum. Kızılhaç ve Oksfem ile çalışıyorduk. Sonra Irak savaşı çıktı ve sanırım bu olay başlı başına benim politize olmama sebep oldu. Oldukça öfkeliydim. Birçok yürüyüşe katıldım. İnsanların üstüne ne kadar güçlü giderseniz, o kadar hızlı yeniden gruplanıp, daha dirençli ve öfkeli bir şekilde geri geleceklerinden emindim. O dönem başbakan olan Toni Bleir’ e ulaşmaya çalıştım ancak o bizi dinlemedi ve savaşa girildi. Bunun üzerine bir gazeteci olarak ne yapabileceğimi düşündüm, benim bireysel olarak çok az sesim var ama yine de bir sesim var. Bir platformum var. Bir yıllık süreç boyunca, gezici gazeteci olarak, medya ve politikacılar tarafından dile getirilen intikam alma ve karşılık verme söylemlerinin aksine, karşı kültürel ya da karşı söylem içeren hikayeler toplamaya başladım. Bu vahşet, zarar ve acı yaşamış insanların buna intikam ve karşılık verme yerine, empati ve merhamet ile kendi kendini iyileştirdiği ve hatta saldıranların failleri ile barıştığı, saldırganlıklarını barışçı bir güce dönüştürmüş insanların hikayesiydi. İnsanların neden diğer insanlara zarar verdiğini anlamanın önemli olduğunu hissettim. Bunun sadece dergide tek seferlik bir yazı olacağını ve daha sonra gazetecilik hayatıma geri döneceğimi düşünmüştüm ancak bu iş bir sergiye dönüştü.

Özellikle bağışlama üzerine yoğunlaşmak istedim. Bunu hep çok ilgi çekici bir konu olarak görmüşümdür. Bu bahsettiğim bir yıllık süreçte 26 kişisel hikâye buldum. Anladım ki bağışlama oldukça tartışmalı bir konu. İnsanlar bu konudan aynı derecede olmak üzere ya gerçekten etkileniyor ya da rahatsız oluyor. Ayrıca bunun ne kadar cesurca ve zor ama aynı zamanda karmaşık ve nüans içeren bir şey olduğunu göstermek istedim. Ayrıca hikayelerin tamamı, insanların bağışlama, barış ve uyum içerisinde muhteşem bir noktaya geldikleri bir süreci içermiyordu. Bunun ne kadar karmaşık ve zor olduğunu göstermek istedim. Biliyorsunuz bazı insanlar bağışlama noktasına ulaşamıyorlar ama herkesin ortak olduğu nokta, intikam dogmasının altına bir sınır çizme isteğiydi. Sonuç olarak, bu hikayeler “F Kelimesi” sergisi oldu çünkü bağışlama konusu birçok tartışmaya sebebiyet veren bir şeydi.

Bu hikayelerin sergiye dönüşmesi, bir sosyal aktivist olan Badi Şop’un sahibi Anita Rodik’in benim ve fotoğrafçının ürettiği ham materyalleri görmesi ile oldu. Bana “bunları bir gazeteci olarak gazetede yayınlamaktan çok daha fazlasını yapmalısın, bunlar çok güçlü hikayeler, sana finansman sağlayacağım” dedi ve Londra’da bir sergi salonu kiraladık. Muhteşemdi. Eğer bu olay gerçekleşmeseydi İdil, bugün seninle konuşuyor olmazdım. İçinde birinci şahıs hikayeleri, güçlü portreler vardı. Sonrasında hayatım gazeteciliğe geri dönecekti. Ama bu sefer oldukça umutsuz zamanlarda, insanlara bu kadar ilham verebilen bağışlama konusu oldukça ilgi çekti. Bu serginin başarısı üzerine 2004 yılında, iyileştiren, tekrar insanileştiren ve bu iyileşmeyi birçok platformda ve farklı şekillerde yapan hikayeler üstüne çalışmak için Bağışlama Projesini kurdum.

İdil Elveriş: Mağdurlar duyulmak ve yaşadıkları acı hakkında konuşmak istiyorlar sanırım.

Marina Cantacuzino: Evet böyle bir ihtiyaç vardı ve zamanlama da doğruydu. Bu ortak bir çalışmaydı. Anita Rodik’ten bahsetmiştim ama bu süreçte bana inanılmaz destek sağlayan ve adına çalışıyor olduğum başka bir kadın daha vardı. Hem hayır kurumunun kurulmasında hem de serginin açılmasında bana çok yardımı dokundu. Cudi Fostır olmadan bunları gerçekleştiremezdim.

İdil Elveriş: Bize biraz daha bu hikayelerden bahsedin. İnsanlar bu kadar travma ve acı sonrasında yollarını nasıl buluyorlar? Acı ve travma sözkonusu olduğunda ne işlerine yarar ne yaramaz nasıl anlıyorlar?

Marina Cantacuzino: Herkes acıdan sonra iyileşemiyor, bazı insanlar içine kapanıyor. Travmatize olmanın ya da ağır yaraların sonuçları oldukça kötü.  İnsan sürekli bunu düşünmeye devam ediyor. Eminim senin de başına gelmiştir benim kesinlikle başıma geldi. Bir konuda incindiğim ya da endişelendiğim zaman sabah onunla uyanır ve gece yatağa onu düşünerek girerim ve hikâyeyi tekrar tekrar kafamda anlatırım. Bu acılar hem beynimizde hem de kalbimizde çok büyük bir yer kaplar. İyileşmede anahtar konu, değiştiremeyeceğimiz şeyleri kabullenmemizdir. Buna kabullenme ve peşini bırakma diyebiliriz. Birçok hikâye anlatıcı, bir sessizlik süresinden, kimseyle konuşmadıkları ve içe kapandıkları bir süreçten bahseder. Bence bu süreç gereğinden uzun sürdüğünde oldukça yıkıcı sonuçları oluyor. Bu sessizlik insanların tekrar gelişmeye ve özgüven kazanmaya başladıkları bir nevi yeniden başladıkları bir yer olabileceği gibi insanların öfkesini dışa vurabileceği güvenli bir yer de olabilir. Öfke çok kullanışlı olabilir, çünkü sizi bir süre koruyabilir, size tekrar güç verebilir, ancak bunlar çok uzun sürdüğünde bozulma ve çürüme başlar. Ben bağışlamayı bir çukur gibi düşünüyorum çünkü bağışlamanın dönüştürücü bir etkisi var. İnsanların acılarındaki anlamı bulmalarını ve oldukça zararlı bir şeyi onarıcı bir şeye dönüştürmelerini sağladığını düşünüyorum. İnsanları bağışlama konusunda oldukça motive edici bir şey acı. Çünkü başka şansları yok. Bu bir yaşam çizgisi, değiştiremeyeceğiniz şeylerle barışmak ve o iç şeytanlarla, zihninizde takıntı haline gelen ve tüm varlığınızda yaşayan, o sürekli beyninizde dolaşan konularla uzlaşmak. Bazı insanlar bağışlamayı düşünmek dahi istemiyor. Eğer bağışlamadan bahsediyorsak. Herkes iyileşmek istiyor ve farklı yollar deniyor ancak bazıları iyileşme noktasına ulaşamıyor. Ayrıca bağışlama noktasına varmak zorunluluğu da olmadığını belirtmek lazım. Çünkü bir gün bağışlayabilir ve ertesi gün bir şey sizi tetikler ve tekrar nefret etmeye başlarsınız. Bir iş arkadaşım, oldukça ağır ırkçı bir saldırıya uğramış, dayak yemiş ve iki yıl boyunca ara ara hastaneye gitmek zorunda kalmıştı. Gözlerini açmış, arkadaşlarını ve ailesini etrafında görmüştü. Hepsi oldukça sinirli ve öfkeliydi, bazı erkek arkadaşları olayın olduğu yere gitmek ve ona bunu yapan genç adamdan intikam almak istiyorlardı. Ancak onu bir huzur dalgası kapladı ve “bana saldıran kişinin içinde olduğu öfke ve intikam duygusunu taşımayacağım, kendimi iyileştirmem için bunun tam tersini yapmam lazım, sevgiye, empatiye ve merhamete doğru hareket etmeliyim” dedi. Arkadaşları ve ailesi bunu anlayamadılar.

İdil Elveriş: Siz daha çok kişisel hikayelerden bahsediyorsunuz ancak benim aklıma sadece toplumsal kökenli hikayeler, iki toplumun birbirini öldürdüğü, birbirlerinden nefret ettiği hikayeler takıldı. Buna bağlı olarak da siyasi çatışmalar aklıma geliyor. Bugün bir savaşa da gerek olmadan, kültürel bağlamda bile, ülkenin iki farklı grubu birbirinden nefret edebiliyor. Buna bağlı olarak iyileşme, empati ve onarıcılık toplumsal bazda nasıl etkili olabilir? Çünkü her ne kadar bireysel hikayelere odaklansak da başlangıç noktasının toplumsal olduğunu görüyoruz. Bu bağlamda, dönüştürücü adaletin ve bağışlamanın toplumsal anlamda nasıl işleyebileceğini düşünüyorsunuz?

Marina Cantacuzino: Bence bağışlama konusunu toplumsal bağlamında konuşmak oldukça önemli olsa da, çok daha zor. Sonuçta toplumların bireylerden oluştuğunu hatırlamalıyız ve bu konuda birçok örnek var. Mesela Filistin ve İsrail’i örnek alalım. Ebeveyn grubu olarak nitelendirebileceğim bir grup var. Bu grubun üyeleri İsrail ve Filistin’den gelme ve tek bir ortak noktaları var. O da aile üyelerinden birisini şiddete kurban vermiş olmak. Bu insanlar kamuya açık yerlerde bir araya geliyor, kutlama ve anmalar beraber yapıyorlar, okullara beraber gidiyorlar ve hikayelerini kamuya açık bir şekilde beraberce paylaşıyorlar. Politikaya girmemeye çalışsalar da bu genelde imkânsız tabii. Elbette tek konuştukları konu ortak noktaları, paylaştıkları ortak zemin, nasıl kendileri gibi başka mağdurların olmasını istemedikleri, başka bir aile üyesinin ya da sevdiklerinin kaybedilmemesi. Bu sebeple bence hikâye anlatıcılığı bu iyileşme bakımından oldukça önemli. Ayrıca dünya çapında Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu süreçlerinde de etkisi oldu. Bu hikayelerin toplumla paylaşılması; şiddetin insanileşmesi ve insanların şeytanlaştırılmaması açısından biraz etkisi oldu.

İdil Elveriş: Sanıyorum failler açısından değil mi?

Marina Cantacuzino: Kesinlikle. Failler de kendi hikayelerini anlatmalılar. Bunu genelleştirmek çok zor. Ama bu bir tür döngü. Ve bence en iyi işleyen süreçler, insanlara eşit davranılan, bu sayede insanların ortak bir yerde toplanmasını ve sürecin üzerinde çalışmalarını ve birbirlerinin hikayelerini dinlemelerini sağlayan süreçler. Biliyorsunuz bir deyim vardır, “acı çekmiş insanlar, insanlara acı çektirirler”, kuşaklar arası travma ve tarihsel şiddet ve çatışmalar kuşaklar boyu devam eder. Önemli bir başka konu ise hakaret ve isim takma. Toplumdaki bazı insanları şeytanlaştırma. Mesela bazılarının polise çok az saygısı var ve bazen bu çok yerinde olsa da polise “domuzlar” denmesi oldukça yanlış. Bu yapılmamalı. Çünkü isim takmak ve hakaret bir nevi hepimizin içmek zorunda olduğu su kaynağını zehirliyor.

İdil Elveriş: O zaman temel faaliyetiniz hikâye anlatıcılığını yaparken belli kurallarınız var. Lütfen bunu biraz daha açar mısınız? Kurallarınız neler? Anladığım kadarıyla isim takma ya da lakap takma olmaması?

Marina Cantacuzino: Öncelikle kesinlikle haklısınız. Ben gazeteciyken, bizim meslekte birinci tekil şahıs hikâye diyebileceğimiz birçok hikaye yazdım. Bu insanlarla röportaj yapmam ve hikâyeyi “ben” dilinde, onların kelimeleri ile aktarmamdan ibaretti. Ben o hikayede bulunmuyordum. Herhangi bir katkım ya da yorumum olmuyordu. Gazeteciliği büyük oranda bu şekilde yaptım. Eskiden bunun bazı açılardan daha önemsiz bir gazetecilik şekli olduğunu düşünürdüm. Çünkü bunun içinde ben neredeydim? Benim sesim neredeydi? Aslında insanların bana yazmasını, email atmasını, yorum yapmasını sağlayan hikayeler bunlardı. Empati duydukları hikayeler bunlardı. Oldukça da mantıklıydı bu çünkü olayı o insanların gözünden görebiliyorsunuz. Çünkü ben dilinde. Bu sebeple Bağışlama Projesini başlattığımda hikayeleri böyle anlatmam gerektiğini biliyordum. İnsanların kendi hikayelerini kendilerinin anlatmasını istedim. Ayrıca kendi gazetecilik tecrübemden hikâye anlatımının gücünü biliyordum. İnsanlar hikayelerle bağlantı kuruyorlar, uzmanların, benim ya da politikacıların söyledikleri ile değil. Hikayeler çok güçlü, çünkü aynı zamanda tekrar önyargıyı körükleyebilir, nefreti normalleştirebilir ve çok büyük zararlara sebep olabilirler. Ben sadece onarım, iyileşme ve merhamet üzerine odaklanan hikayeleri istiyorum. Ben bunlara onarıcı hikayeler diyorum. Bu hikayeler sadece dünyada iyilik yaratmak ile ilgili. Bu sebeple tüm hikâye anlatıcılarımızla, biz onlara hikâye anlatıcılarımız diyoruz, birlikte çalışmaya çalışıyoruz. Onları hapishane programımıza alıyoruz, genellikle hapishaneye hem mağdur hem de faille birlikte gidiyoruz. Faaliyetler ve konuşmalar yapıyoruz. Ayrıca kurslar açıyoruz. Benim “F Kelimesi” (F Word) adlı bir podkestim var ve tüm bu süreçlerde hikayelere odaklanıyoruz. Anlattığımız hikayelerde düzelme, iyileşme ve bağışlama süreçlerini insanlar kendi istedikleri şekilde paylaşıyorlar. Ama eğer herhangi bir kuraldan bahsedeceksek, bunların açık, özgün olmak ve söylenen şeyin aksini ispatlama imkânı verilmemiş bir kimseyi hedef göstermemek olduğunu söyleyebilirim. Bizim birçok onarıcı adalet hikayemiz var. Bu hikayelerde zarar görenle birlikte bu zararı veren ve suç işleyen insanlar da var. Bence bu hikayeler çok işe yarıyor çünkü hikâyenin iki tarafına tam olarak hakimsiniz ve bu bir bakıma onarıcı bir süreci işaret ediyor.

İdil Elveriş: İnsanlar mı sizi işiniz dolayısıyla buluyorlar yoksa siz mi insanları buluyorsunuz?

Marina Cantacuzino: İkisi de oluyor. Eğer gazetede bir şey okumuşsam ben insanlarla iletişime geçiyorum. Örneğin, bir tanesinde Tordis Elva ile iletişime geçtim. Kendisi, faille birlikte “Bağışlamanın Güneyi” adlı kitabı yazmış. Birbirlerini ergenlik döneminden tanıyorlar ve arkadaşmışlar. Sonra kendisine vahşi bir şekilde tecavüz etmiş. Çok zor bir hikayeydi. Uzun zaman sonra adamla iletişime geçmiş. Yaklaşık 20 yıl sonra ona ulaşmış ve kendisine o gün ne büyük zarar verdiğinin farkında olup olmadığını, inkâr edeceğini düşünerek sormuş. Adam o yıllarda artık Avustralya’da yaşamaktaymış, kendisine cevap vermiş ve “evet farkındayım” demiş. Bu olayı her gün düşündüğünü ve ondan nasıl yeterli özür dileyebileceğini sormuş. Bu yazışmalar uzun bir süre devam etmiş ve ikisinin birlikte yazdığı bir kitap ile sona ermiş. Bu oldukça açık bir örnek.

Bir gün Londra’ya geleceklerini öğrendim. Bu bir davet ve bu bir seçim. Bu hikayeler, kurallarla ilgili soruya geri dönmemi sağladı. Temel kurallar var. Çünkü insanlar açıkça hikayelerini kamuya açık şekilde paylaştıklarında dinleyiciye karşı bir sorumlulukları var. Bu kişi hapishanedeki bir dinleyici de olabilir. Örneğin, hapishaneye öfkenizle birlikte girerseniz bunun kimseye yararı olmayacak. Öfke hissetmemeniz gerektiğini söylemiyorum ancak bizim amacımız bakımından, mahkumların dinlediğini düşünürsek, olumlu bir etki yaratmayacak. Eğer gidip sadece acı ve iyileşme üzerine bir hikâye anlatırsanız, dinleyiciden hemen büyük ve güçlü bir tepki alırsınız. Özellikle onları yargılamıyor ve hikayenizi özgün bir şekilde anlatıyorsanız. Bunlar motive edici konuşmalar değil, ayağa kalkıp TED konuşması yapmak gibi değil. Özgünlüğün çok önemli olduğu düşünüyorum. Kırılganlık göstermek, gerçek olmak, tüm bunlar, insanların hikayelerini nasıl paylaştığı çok önemli. Bu algıları değiştirebilir. Bu benim en baştan beri oldukça güçlü bulduğum şey. İnsanların bana yazması en baştan… “bu hikayeleri aramaya başladığımda, dinlemeye geldiğimde, istemiyordum. Gerçekten bağışlamaya inanmıyorum, kötü bir insan olduğumu söyleyeceklerini düşündüm”. Ama insanların bu onarıcı hikayelerden sonra algıları, sert düşünceleri ve sabit fikirleri değişiyor. Böyle bir şeye şahit olmak oldukça etkileyici ve güçlü bir deneyim.

İdil Elveriş: Ne tür mahkumlarla çalışıyorsunuz? Bu insanları nasıl seçiyorsunuz? Sanıyorum hapishane yönetimi de sürece dahil oluyordur?

Marina Cantacuzino: Çok fazla hapishane ile çalışmıyoruz ama çalıştığımız hapishanelerle yıllardır çalışıyoruz. Çok derin bir şekilde çalıştığımız için ne iş yaptığımızı biliyorlar ve ona saygı duyuyorlar. Program yöneticileri, daha program başlamadan koğuşlara gidiyor böylece gayrı resmi şekilde tanışmış oluyoruz. Hapishanenin ne olduğunu, nasıl işlediğini bilmeniz gerekiyor. Tüm idarecileri ve infaz memurlarını tanıyor olmanız gerekiyor. Gittiğinizde kadın ya da erkeklerin olduğu koğuşlara gidip, önceden konuşabiliyorsanız, bu sayede onları ikna edebiliyorsunuz. Onlar için bu hikayelerini paylaşmakla alakalı. Başlarına gelen şeyi kabullenmekle, o güne değin süren hayatlarıyla, iletişim kurmakla alakalı. Özgün olmak gerekiyor ancak bu herkese göre değil. Çünkü belli bir dereceye kadar kendinizi ifşa etme arzunuzun olması lazım. Sıklıkla birçok mahkûm bunu yapmak istemiyor. Ama aynı zamanda duyulmak, gerçek bir iletişim kurmak istiyorlar. Dinlenmek, duyulmak ve güvenli bir alanda paylaşım istiyorlar. Ancak genelde bu bir seçim. Bunun çok etkili bir yöntem olduğuna ilişkin elimizde çok iyi akademik araştırma raporları var.

İdil Elveriş: Tecavüz hikayesine geri dönmek istiyorum. Kadın hareketini düşündüğümüzde, böyle bir şeye destek çıkmak kadın hareketi içinde oldukça zor olsa gerek. Ama aynı zamanda yargıdan tüm ataerkillikten kaynaklanan sorunları, suçları çözmesini bekleyemeyiz. Bu konudaki görüşleriniz neler? Bu bağışlama, insanlıktan uzaklaştırma durumunu kadın olmanızla nasıl bağdaştırıyorsunuz?

Marina Cantacuzino: Çocuk istismarı ya da tecavüz gibi olayları konuşmak oldukça zor. Öncelikle sorduğun için bu olaya dönmek istiyorum. Kadının adı Tordis Elva ve adamın adı Tom Strencır. Onlarla Londra’da buluşmam oldukça güç oldu çünkü Londra’ya Dünyanın Kadınları isimli bir festivale kitaplarının tanıtımı için gelmişlerdi. Bu çok büyük bir hataydı çünkü festivalden çıkarılmaları için büyük gösteriler ve imza kampanyaları yapıldı. “Bir tecavüzcüyü kadınlarla alakalı bir festivale nasıl getirebilirsiniz” dendi. Bu sebeple başka bir organizasyona kaydırıldılar. Bence oldukça güçlü bir sunumdu çünkü Tom sahnede ayaktaydı ve “bunun seks olduğunu düşünmüştüm ama şimdi tecavüz olduğunu biliyorum” dedi. Bunu daha önce söyleyen duymadım. Daha önce bunu açıkça herkesin önünde söyleyebilen birisini duymadım. Burada büyük bir cesaret var. Hayatının geri kalanında “o adam” olarak bilineceksin. O kitabı yazmışsın, yaptığını kabul etmiş, sahiplenmişsin.

Bu sırada da yanında Tordis Elva var ve “bunca yıldır bunu içinde tutan benim; bu hikâyeyi taşıyan benim; bu hikayede sorgulanan benim; kendi tecavüzü ile ilgili insanların ulaştığı kişi benim. Artık bunu Tom yapabilir. Onun sırası. Artık orada o durabilir ve olanlarla ilgili sorumluluk alabilir”. Elva bağışlama hakkında konuştuğunda, bağışlamanın her şeyiyle mutlu, huzurlu bir şey değil, aksine oldukça zor olduğunu ancak esasen kendisini özgürleştirdiğini, uğradığı zarar ve acıların hafiflediğini ve bunun onu özgür kıldığından bahsetti. Bu bir kendi kendini iyileştirmeydi. Bu yaşanan olayı hoş görmek ya da bahane bulmak değildi. Onları birlikte konuşurken görmek oldukça etkileyiciydi.

Kendi podkestimde bir adamla röportaj yaptım, kendisi 11 yaşındayken çok sevdiği ve güvendiği birisinin istismarına uğramıştı ve bu olay hayatının sonraki 20 yılını tamamen mahvetmişti. Ama yine de o da bağışlama noktasına geldi. Yargı ve hukuk sistemi işi beceremediğinde, sizden bir canavar yarattığında, geriye ne kalacak? İnsanlara anlatmak istediği, bağışlamanın hoş görmek ya da bahane bulmak olmadığı ancak size bu kadar büyük zarar veren faille aranızdaki bağı koparmak olduğunu anlamalarıydı. Bu sizin tekrar yaşamaya başlamanızla tekrar nefes almanızla ilgili. Bu o insanın hasarlı olduğunu görmek ya da Şeykspirin deyimiyle mahvolmuş doğa parçaları görmekten, sürekli o hayatını mahveden şeytanı görmekten kendini kurtarmaktan ibaret.

İdil Elveriş: Bu proje için halihazırda oldukça çok şey yapıyorken bu podkesti yapmanızın sebebi nedir?

Marina Cantacuzino: Hikayelerin daha derinine dalmak ve daha derin sohbetler yapmak istedim. Bu podkest bana insan hikayelerinin değişik açılarını inceleme ve açığa çıkarma imkânı verdi. İnsanların hikayeleri sürekli değişiyor. Bu podkestte konuştuğum insanlar Bağışlama Projesi’nde yıllardır tanıdığım ve birlikte çalıştığım insanlar. Bu sadece dağınık, parçalı, zor ve karmaşık konuyu daha derinden incelememizi ve bağışlama kavramının insana ilham veren ve insanı değiştiren yönlerini incelememi sağladı.

İdil Elveriş: Çok teşekkür ederim. Bana vakit ayırdığınız ve bana anlattığınız her şey için müteşekkirim. Umarım belli bir noktada birlikte çalışma şansımız olur.

Marina Cantacuzino: Çok teşekkürler

İdil Elveriş: Bugünkü programda konuğum Bağışlama Projesi’nden Marina Kantaçuzino’ydu. Kendisiyle bu projeyi, projenin nasıl başladığını ve yaptıklarını konuştuk. En önemlisi, bağışlamanın bir hoş görme ya da af değil bir anlama olduğunu öğrendik. Kendisine hikâye anlatımında destek olan insanları ve bunun nasıl toplumsal çatışmalara da uygulanabileceğini gördük. Umarım programdan keyif almışsınızdır. Marina’nın bir resmini Anlaşabiliriz’in instagram hesabına yükleyeceğiz. Ayrıca programdan bazı kesitleri hikâye kısmında da paylaşacağım. Son olarak programı, eserlerini kullanmama izin veren müzisyen İmre Hadi ve sanatçı Zeren Göktan’a teşekkür ederek kapatmak istiyorum. Ayrıca bu programın Türkçe çevirisi için Şimal Efsane Yalçın’a teşekkür ediyorum.

Teşekkürler ve bir sonraki programda görüşmek üzere.

 

Marina Cantacuzino, UKProfile Photo

Marina Cantacuzino, UK

Founder at The Forgiveness Project, Journalist, Peace Activist, Podcaster–The F Word Podcast

Marina Cantacuzino is a journalist. She is also an author and feature writer who founded The Forgiveness Project in 2004 in response to the Iraq War. This is a charity that promotes real stories of transformation in order to break cycles of harm, transform relationships and build hope. She is the author of two books on forgiveness and her latest passion is making podcasts - The F Word Podcast launched in September 2020.