The only bilingual podcast that addresses conflict on an international scale.
Nov. 22, 2023

Bir katılım aracı olarak kolaylaştırıcılık Konuk: Sema Alpan Atamer

Bir katılım aracı olarak kolaylaştırıcılık Konuk: Sema Alpan Atamer

Bu bölümde kolaylaştırıcılık nedir ve çok katılım…

Bu bölümde kolaylaştırıcılık nedir ve çok katılımcılı süreçlerde ne işe yarardan başladık. Şirket olsun apartman toplantısı veya işyeri olsun bir kolaylaştırıcı eşliğinde toplantı yapmanın nasıl katılımcı ve daha kolay uygulanan, kavgasız sonuçlar yaratabileceği konuşuldu. Türkiye'de çevre konusunda devletle toplum arasında başvurulmuş bir projeden kolaylaştırıcılık örnekleri verildi.

Transcript

İE- Merhaba. Anlaşmazlıklar üzerine yayınlar yaptığım Anlaşabiliriz’e hoş geldiniz. Ben İdil Elveriş. Biliyorsunuz Anlaşabiliriz’de bireyler, toplumlar, ülkeler arasında olduğu kadar işyerleri ve kamusal alanlardaki anlaşmazlıkları da ele alıyorum. 5. Sezonun sonuna yaklaştığımız bu günlerde bu programda kolaylaştırıcılıktan bahsedeceğiz. Özellikle tüm dünyada çevre felaketlerini ardı ardına yaşadığımız bir dönemde, Türkiye'deki bir çevre projesinde vatandaşlarla devlet görevlileri arasında kolaylaştırıcı rolü oynamış olan birisi, bize bu sürecin ne tür faydaları olduğunu anlatacak. Dahası şirketinizde, apartman toplantısında, iş yerinde bir kolaylaştırıcı eşliğinde toplantı yapmanın nasıl katılımcı ve daha kolay uygulanan, kavgasız sonuçlar yarattığını size de aktaracak. Belki siz de gelecekte bir kolaylaştırıcı kullanmak istersiniz diye. Konuğum Sema Alpan Atamer ile ilgili bilgiyi, program sonunda vereceğim.

 

Sema Hanım kolaylaştırıcılık nedir ve çok katılımcılı toplantılarda, süreçlerde ne işe yarar?

 

SAA- Kolaylaştırıcılık bir gruba, bir sorunu çözme sürecinde rehberlik etmek demek, en kısa haliyle böyle tanımlayabiliriz. Ama az daha genişletirsek, grubun belirlenen bir hedefe yani kendi üzerlerinde kararlaştırdıkları, mutabakat sağladıkları bir hedefe ve sonuca doğru hareket etmesine yardım etmek. Sürecin verimli ve başarılı biçimde yürütülmesini ve insanların sürece etkin katılımını, bu arada ortaya çıkabilecek anlaşmazlıkların çözülmesini ve herkesin kabul edeceği bir sonuca ulaşılmasını sağlamak, kolaylaştırıcılık. Bunun için de tabii zamanın iyi yönetilmesini, tüm paydaşların ya da katılımcıların dahil edilmesini, katılımcıların birbirini anlamalarını, ortak bir dile ulaşmalarını temin etmekle yükümlü.

 

Kolaylaştırıcılık aslında bir uzmanlık alanından daha çok bir sanat, böyle tanımlanabilir. Çünkü kolaylaştırıcının belirli özelliklere ve becerilere sahip olması gerekir. Bu beceriler ve özellikler dedim hani özelliklerin bir kısmı kişisel özellikler olacak. Ama beceriler eğitim ve deneyimle yani yapa yapa kazanabilecek şeyler. Kolaylaştırıcının olmazsa olmaz özellikleri tarafsız olması, tüm katılımcılar açısından güvenilir olması. Ayrıca iyi bir dinleyici ve gözlemci olması gerekiyor. Yani herkesi aynı anda dinleyebilip, esnek ve sabırlı olması, herkesin ihtiyaçlarına, hislerine duyarlı olması, organizasyon becerisine sahip olması çünkü süreci tasarlıyor, süreçteki her bir etkinliği ayrıca tasarlıyor. Onu grubun dinamiklerine uygun olarak yapısına, profiline uygun olarak, her bir etkinliği tasarlaması her bir etkinliği de -yani bir toplantılar ya da bir çalıştaylar silsilesi olabilir- bütün süreci tasarlaması gerektiği gibi aynı zamanda her bir toplantıda, her bir çalıştayda ne yapılacağının nasıl yapılacağını, hangi malzemelerle hangi oturma düzeniyle nasıl bir katılım sağlanacağını vs. tasarlaması gerekiyor. Bu anlamda bir organizasyon becerisine sahip olması gerekiyor.

 

Mesela ben bir projede çalışırken köylerde kadınlarla çalışmak durumundaydım. O kadınların bir kısmı okuma yazma bilmiyordu. Şimdi onları katmak için farklı bir yöntem bulunması lazım. Yani tahtaya ya da flip chart’a yazı yazarak bunu yapmanız mümkün değil. O yüzden resim çizmelerini istedim, ortak resimler üretmelerini ve onları ifade etmelerini istedim. Bunun gibi çok özel yani o profile uygun bir tasarım yapmanız gerekiyor. Ayrıca konuşulan konuya dair de az da olsa bilgi sahibi olması ve fikir üretebilmesi yani “şöyle yapsak ne dersiniz” gibi tıkanılan noktalarda yeni birtakım fikirlerle ufuk açması, beyin fırtınasını canlandırması vesaire gerekiyor. Peki kolaylaştırıcıda ne olmaması gerekiyor derseniz en önemli şeylerden bir tanesi başkalarının fikirlerini yargılama hakkı yoktur. Nihai karar verme yetkisi de yok.

 

İE- Bu grup aslında bir şirketteki yönetim kadrosu olabilir, bir sivil toplum kuruluşu olabilir, belli birtakım alanda çalışan aktivistler olabilir. Yani kurumsal bir yapı olabileceği gibi bir hedef için bir araya gelmiş bir sürü katılımcının olduğu yerler de olabilir gibi düşünüyorum. Ama siz başka bir şey eklemek çıkarmak ister misiniz örneğe?

 

SAA- Aynen öyle, bir apartman toplantısında apartmana ilişkin kararlar alınması söz konusu olabilir. Veyahut da dediğiniz gibi bir şirket içinde olabilir. Yahut farklı şirketler arasında belirli bir sektörde birtakım kararlar alınması gerekebilir. Bir dernek de olabilir ya da başarılı bir örnek olarak veremeyeceğim -Altılı masa gibi- siyasette bir örnek olabilir. Muhtelif koalisyonlarda olabilir. Çeşitli ittifaklarda olabilir veya mahallede bir ÇED süreçlerinde ya da mahallelerde bir yapı yapılacağı zaman, yeni bir proje gerçekleştirileceği zaman oradaki bütün yaşayanların, çalışanların, işte gençlerin, yaşlıların, esnafın, herkesin müteahhitlerin hepsinin birlikte oturup karar vereceği süreçler yaşanabiliyor Batılı ülkelerde. Paydaşlar grubu diyelim.

 

İE- Sizin üzerinde çalışmış olduğunuz çevre konusuna da girebiliriz. Nasıl bir projeydi bu bize biraz anlatır mısınız?

SAA- Çevre konularında Devlet Planlama Teşkilatı’nda çalıştım. Orada belki de planlama süreçlerinde kurulan özel ihtisas komisyonları dışında ilk defa bir çevre stratejisi ve eylem planı gibi dışarıdan çok katılımcının olduğu bir süreç yaşandı. Çalışma gruplarına ayrılmıştı.

 

İE- Ve birden fazla kolaylaştırıcı vardı herhalde, her çalışma grubu için değil mi?

 

SAA- Şimdi şöyle söyleyeyim: aslında bölüm biraz koordinatör biraz kolaylaştırıcı gibiydi. Yani o sürecin planlanması, tasarlanması konusunda rol aldım ve koordinasyonunda rol aldım. Yıldız Dağları’nda, Kırklareli’nde bir biyosfer projesi yapılacaktı o sırada. Orada görev aldım. Yıldız Dağları’ndaki biyoçeşitliliğin ve doğal kaynakların korunması ve ayrıca sürdürülebilir kalkınma. Yani orada korunacak ormanlarda bir yönetim planı ve yönetim modeli oluşturulması bekleniyordu ki bu bölge biyosfer alan ilan edilebilsin.

 

Biyosfer alan hem biyolojik açıdan biyoçeşitlilik açısından dünyaca önemli, korunması gereken ama aynı zamanda içinde yaşayanlarla birlikte kullanılmakta olan yani bir kullanma-koruma dengesinin sağlandığı, UNESCO tarafından özel işaretlenmiş alanlar. İnsan ve doğanın birlikte etkileşim içinde sürdürülebilir şekilde yaşadığı ama dünyaca değerli araştırma açısından önemli, korunması gereken alanlar. Biliyorsunuz, bir koruma çeşidi, bütün insanları oradan çıkarırsınız, bütün insani faaliyetleri bitirirsiniz ve orayı “burası yasak” deyip koruyabilirsiniz. Ama buradaki yaklaşımda bazı tamamen bu şekilde korunan küçük alanlar olmakla birlikte -çok hassas alanlar. Onun dışında oradaki insanlarla birlikte hem sürdürülebilir kullanımını bu doğal kaynaklarını sağlamak hem de onlar eliyle korumak amaçlanıyor. Böylece kendi hayatlarını sürdürebilsinler, doğanın da korunmasını sürdürebilsinler. Böyle bir dengenin sağlanması için de ne yapılabilir? Nasıl bir planlama yapılabilir? Nasıl bir yönetim modeli ile devlet ve ilgili yetkili merciler ile halk onu birlikte nasıl yürütebilir diye bir müzakere ve bir mutabakat süreci yürütmek gerekiyor. Bunu UNESCO istiyor yani o alanın biyo-çeşitlilik açısından neden önemli olduğunu anlatmak yanında, yani bilimsel bulgular yanında, halkın katılımı ile böyle bir planlama ve yönetim modelini de sunmanız gerek. O anlamda bu daha önce bir tek Artvin tarafında Macahel'de yapıldı. Onun dışında ikincisi Kırklareli’nde olacak. Bu İğneada’yı da içine alan alanda, Yıldız Dağları’nda böyle bir süreçte bir dosya hazırlanması gerekiyordu. Ben o dosyada işte halkın katılımıyla bu planlama ve yönetim modelinin oluşturulması kısmında görev aldım. Bir kolaylaştırıcı grubuyduk, ben koordinatörüydüm ve 31 yerleşim yerinde toplantılar yaptık ve halkın buna katılımını, bu katılım da devletle müzakere etmesini ve böyle bir plan yapmasını, bir yönetim modelini ve planlamasının ortaya çıkarılmasını sağladı.

 

İE- Anlaşabiliriz, İstanbul ve Antalya merkezli bir hukuk bürosu olan Koç Avukatlık Bürosu tarafından desteklenmektedir. Koç Avukatlık Bürosu’nun kurucu avukatları anlaşmazlık çözümünde diyalog ve ortak noktada buluşmanın gücüne inanıyor ve de tansiyon düşürme ve kutuplaşmanın giderilmesi üzerine bu podcastin yürüttüğü tartışmaları destekliyor olmaktan mutluluk duyuyor. Sonuçlarının hem hukuk dünyasına hem de kamuoyu tartışmalarına katkı sunmasını temenni ediyor.

 

SAA- Çok ilginçti. Çünkü benim bireysel olarak tanımadığım bir bölgeydi. O tanımadığım bölgede orman köylüleriyle çalışmam gerekiyordu. Bir ilçe vardı, üç belde vardı. Gerisi köyler, oranın şartlarına uygun bir katılım süreci planlamanız gerekiyor. Mesela köylerde kadınlar ve erkekleri bir arada toplantı yaptığınızda, kadınlar erkeklerin yanında konuşmaya çekiniyorlar. O yüzden ikisine ayrı ayrı toplantılar yapıyorduk. Veya hepsi ormanda çalışıyorlar, tarlalarında çalışıyorlar, bütün gün çalışıyorlar. Boş vakitleri yok toplantıya katılmak için. “Uygun zamanınız ne zaman” dediğimizde kadınlar için belki öğleden sonralara uygun oluyordu ama erkekler “akşam ezanından sonra” diyorlardı. Yani o saatte toplantı yapmak durumunda kalıyorduk.

 

Tabii ilginç şeyler gördüm dediğim bunları da içeriyor. İnsanlar kendi hayatlarına değen konularda çok daha dikkatli ve çok daha sahiplenici oluyorlar. Biraz önce kolaylaştırıcının güvenilir olmasından bahsetmiştik. Ben oraya gittiğimde hiç kimse beni tanımıyordu. Devletin gönderdiği bir kişiydim ben onların gözünde. Şehirli bir kadındım. Onların dünyasına yabancıydım tamamıyla. Bana güvenmeleri için hiçbir neden yoktu. Ayrıca bizim projemizden önce başka bir proje yürütülmüştü orada. O proje de biyolojik çeşitliliğin korunmasıyla ilgiliydi ve orada kendi yaşam alanları gelir kaynakları olan ormanın, kendilerine kapanacağından korktukları için çünkü daha çok kısıtlayıcı, yasaklayıcı kurallar getiren bir projeydi. Projedeki çalışanları köylerine sokmamış, kovalamışlardı. Yani negatiften başlıyorduk. Böyle bir ortamda onların güveni kazanmak zorundaydım kolaylaştırıcılık yapabilmek için.

Birçok taleple geldiler. Çünkü devletten gelen birisi olunca her türlü isteklerini sıralamaya alışmışlardı. Bunları yapamayacağımı söyledim. Bunları karşılayamayacağımı ama ne yapacağımı anlattım. Neyi sağlayacağımı anlattım. O zaman bana yavaş yavaş güvenmeye başladılar ve sonunda da gerçekten söz verdiğimi yaptım. Onları böyle bir cins patronların en büyüğü gibi gördükleri orman işletme yöneticileriyle aynı masada müzakere ettirebileceğime söz verdim. Ve bunu yaptım ve bu onlar için çok çok önemliydi. Bunun dışında da başka katılımcı projelerde örneğin Trabzon'da yerel çevre eylem planının hazırlanmasında, Türkiye'nin ulusal iklim değişikliği eylem planının hazırlanmasında da çok katılımcılı, çok paydaşlı bir süreç yürüttük. Orada da bin kadar katılımcı vardı. Uzungöl’de de özel çevre koruma bölgesiydi o zamanlar ve orada da bir yönetim planı hazırlamada yine yerel halkla sivil toplumla kamu kuruluşlarıyla, akademisyenlerle birlikte çalıştık. Orada da kolaylaştırıcılık görevini üstlendim. Orada da yine bir güven sorununu aşmak zorunda kaldım.

 

İE- Şu anda tam bir çevre felaketi döneminde yaşıyoruz bütün dünyaca. Dolayısıyla yani bu alanda yapılan şeylerin yerine getirildiğini görebiliyor musunuz ya da nedir durum?

 

SAA- Tüm bu yapılan katılımcı, karar alma süreçleri genelde dış kaynaklardan finanse edilmiş projelerde uygulandı. Bunların bir kısmı uygulandı. Enerji, tarım, ormancılık, hayvancılık, su kaynakları birçok farklı sektörü ve kuruluşu ilgilendiriyordu. Bunların bir kısmı uygulandı. Ama biyosfer projesi ne yazık ki UNESCO'ya başvuru dosyası hazırlandığı halde, Çevre Bakanlığı bunu hiçbir zaman sunmadı ve o alan biyosfer alan olarak ilan edilemedi. Trabzon'daki yerel çevre eylem planının bir kısmı belediye tarafından uygulandı ama doğrusunu isterseniz onu yakından izleme şansım olmadı. Uzungöl’deki plan özel çevre koruma kurumu biliyorsunuz, 2011 yılında lav edildi yani. Yani şunu söylemek istiyorum: Bütün bu çabalar, bir anlamda yazılan raporlar, verilen emekler, hepsi rafa kalktı hemen hemen. Bütün bunları uygulamaya geçirmek için bir siyasi irade lazım. Şimdi bu hepsi dış kaynaklardan finanse edilmiş projeler güzel. Biz bu projeyi yapıyoruz diye lanse etmek hoş. Ama ne kadarı hayata geçirildi? Bir izleme ve şey yapılmadı tam olarak. Biyosfer projesi tamamen sümen altı oldu, hiçbir zaman başvurulmadı.

 

İE- Siyasi irade yok çünkü?

SAA- Evet.

 

İE- Sizce Türkiye'de toplumla, devletle birlikte çalışabilmesi için bu tarz anlaşmazlık potansiyeli olan alanlarda neler yapılmasına ihtiyaç var?

 

SAA- Birkaç boyutu var. Bir kere siyasi iradenin -bu belediye olabilir, kamu kuruluşları olabilir- bir irade gösterip sahiden demokratik katılımcı süreçlerle bir karar almayı istiyor olması lazım. Ve halkın ne dediğine, neyi talep ettiğine kulak veriyor olması lazım. Demokratik ülkelerde bazı kararların daha uygulanabilir, daha kalıcı halk tarafından sahiplenebilir olması için bu daha uygun bir yol. Öbür türlü bir kanun çıkarıyorsunuz, kendi kendinize çıkarıyorsunuz. Devletle çıkarıyorsunuz, bir karar alıyorsunuz. Ondan sonra birçok ses çıkıyor. O sesleri yani gücünüz varsa bastırmaya çalışabilirsiniz ama her zaman bir huzursuzluk, kabul edemeyen taraf, bir muhalif taraf, bir eleştiren olacak. Halbuki böyle bir süreçle karar alındığında o karardan eğer herkes az veya çok memnunsa, en azından bilgileri dahilinde alınmışsa, söyleyeceklerini rahatlıkla ifade edebilmişlerse sonucu sahiplenmeleri daha kolay. Onun uygulanması da daha kolay. Daha sonra başların ağrıması da daha kolay engellenebiliyor. Ama bu tabii daha müzakereci demokrasi kültürlerinin yerleştirdiği biraz kültürel biraz toplum psikolojisiyle ilgili birçok boyutu var. Ama burada bir ortak çözümü birlikte üretmek gibi bir yol katılımcılıkla halledilebilir.

 

İE- Bu süreçlerde ne gördünüz mesela Türkiye'de de halk bununla ilgili mi?

 

SAA- Halk kendisine gidilip, açık yüreklilikle böyle bir süreç işletildiğinde ilgi duyuyor; katılıyor; benimsiyor; sahip çıkıyor. Burada en önemli konu önem verildiğini; dikkate alındığını; kale alındığını hissetmesi; anlaması ve görmesi. Yani söylediği şey havada kalmıyor. Bunun bir yere not edildiği, ondan sonraki süreçte dikkate alındığı, bunu gördüğü zaman kesinlikle katkı veriyor ve sahip çıkıyor. Ama tabii bizde böyle katılımcılık süreçleri olmadığı için kolaylaştırıcılık müessesesi fazla yok. Yani var ama çok az ve ender durumlarda, bizde müzakere etme geleneği de çok yok. Hep böyle bir -ya tepeden bir şeyin dikte edilmesi var yahut da benim kazancım senin kaybetmene bağlıdır gibi bir anlayış var. Oysa birlikte ikimizin de kazanacağı şeyi üretebiliriz diye düşünmek bir zihniyet değişimini gerektiriyor. Niçin bunu istiyorsun ya da niye istemiyorsun diye sormak tutumunun altında yatan asıl ihtiyacı anlamaya çalışmak çok önemli. Eşit düzeyde ilişki kurmak önemli. Karşı tarafı bir birey; bir özne; bir çözümün bir parçası olarak görmek de önemli. “Ben söylerim, sen yaparsın” değil veyahut da öbürünün “ben dilerim, isterim o da bana sağlar” gibi bir ilişki değil daha eşit bir ilişki kurmak önemli. Sonuçta karşıdakinin ihtiyaçlarını anlamak önemli, hatta hislerini de anlamak önemli. Belki o zaman anlaşmaya varmak daha kolay olabilir çünkü müzakere etme imkanı olabilir çatışmadan. Çünkü tutumlara sarıldığınız zaman orada karşılıklı ısrar etmek bir sonuca götürmesi çok zor. Böyle durumlarda belki ortak çözümlere doğru daha yaratıcı yol alınabiliyor. Yaratıcı çözümler, seçenekler ortaya konabiliyor ve bir beyin fırtınası hele bir kolaylaştırıcının eşliğinde özgürce kendinizi ifade edebileceğiniz, söylediklerinizin sizin için mutlaka bağlayıcı olmadığı, sadece bir beyin fırtınası olduğu, seçeneklerin ortaya kolayca atılabildiği bir toplantı ortamı, çözümlerin üretilmesinde daha çok yardımcı olabiliyor. Çünkü bazen insanlar bu sondajlamalarda, yerinde yatan ihtiyaçların kısmen örtüşebildiğini, o örtüşmelerden ortak çözümler üretilebildiğini ya da sizin kolaylıkla vazgeçebileceğiniz bir şeyin onlar için çok işine yarayacağı. Onların da buna karşılık sizin ihtiyacınızı karşılayacak bir şeyi verebileceğini keşfedebiliyorsunuz. Bu keşifler çözüme doğru adım adım yaklaştırabiliyor. Tabii bu süreçler biraz uzun zaman alıyor. Ama daha küçük adımlarla daha kalıcı, istikrarlı sonuçlara götürmeye, yaklaştırmaya, daha emin adımlarla gitmeye yarıyor. Bir zihniyet değişimini gerektiriyor aynı zamanda. Bu da her zaman bugünden yarına çok kolay olmayan şeyler. Umarım ülkemizde de böyle ortamları yaşama imkanı buluruz. Hiç değilse kendi ailelerimizde, apartmanımızda, sitemizde, mahallemizde, yerel belediyemiz vs.

 

İE- İlla devletin en üst kurumlarıyla yürütülmesi gereken bir süreç değil. Bunu söylediğiniz için çok teşekkürler. Çünkü siyasi irade olmayınca sanki başka alanlarda bir şey yapılamazmış gibi düşünmemek lazım. Dediğiniz gibi daha küçük alanlar da var oralardan başlayıp gitmek çok önemli. Çok teşekkür ediyorum katılımınız için.

 

SAA- Çok teşekkür ederim beni davet ettiğiniz i ve böyle bir konuda konuşmamı sağladığınız için.

 

İE- Sema Alpan Atamer Kimya Mühendisi ve Çevre Mühendisliği üstüne de yüksek lisansı var. Eğitim çalışmalarına Belçika’daki Leuven Katolik Üniversitesi’nde ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yer alan University of North Carolina’da devam etti. Devlette Sümerbank’tan TÜBİTAK’a ve Devlet Planlama Teşkilatı’na uzun bir kariyeri oldu. Emekli olduktan sonra da Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler, Dünya Markası projelerinde danışman ve katılımcı olarak karar alma süreçlerinde kolaylaştırıcılık yaptı. Ve buna ilişkin eğitimler verdi. Profesör Larry E. Susskind ile birlikte “Konsensusun İnşası- Kavga Etmeyi Bırak Yaratıcı Olmaya Bak” adlı kitabında yazarlığını yaptı.

 

Evet, umarım bu programdan keyif almışsınızdır. Programdan kesitleri Instagram'daki Anlaşabiliriz ’in İngilizce adı olan WeCanFindAWay hesabında paylaşacağım. Eserlerini kullanmama izin veren, müzisyen İmre Hadi ve sanatçı Zeren Göktan’a teşekkür ediyorum.

Her zamanki gibi ve bir dahaki aya görüşmek üzere.

Sema Alpan AtamerProfile Photo

Sema Alpan Atamer

Sema Alpan Atamer, kimya mühendisi, Çevre Mühendisliği üstüne yüksek lisans yaptı. Eğitim çalışmalarına Belçika’daki Leuven Katolik Üniversitesinde ve ABD’deki University of North Carolina at Chapel Hill’de devam etti.

Devlette Sümerbank’tan TÜBİTAK’a ve DPT’ye bir kariyeri oldu. Emekli olduktan sonra AB, Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası projelerde danışman ve katılımcı karar alma süreçlerinde kolaylaştırıcı olarak çalıştı ve eğitimler verdi. Prof. Larry Susskind ile birlikte “Konsensusun inşası: Kavga etmeyi bırak, yaratıcı olmaya bak” başlıklı kitabın yazarıdır.